Orta Asya'da Bir Kardeş Ülke: Özbekistan


Özbekistan, Asya kıtasının ortasında yaklaşık 25 milyon kişinin yaşadığı genç bir cumhuriyet. Herşeyden önce yüksek sıradağlardan ve uçsuz bucaksız çöllerden oluşan bir coğrafyanın ortasında tarihin eski dönemlerinden beri yerleşime son derece elverişli bir bölge olmuş.

 

Bugün 447.000 km.’yi bulan topraklarının önemli bir bölümü Orta Asya’nın iki önemli akarsuyu olan Ceyhun (Amuderya) ve Seyhun (Sirderya) nehirlerinin arasında bulunan Özbekistan’da Özbek çoğunluğun yanısıra Kazaklar, Kırgızlar, Türkmenler, Tacikler, Karakalpaklar, Ukraynalılar ve Koreliler de yaşamakta. İki nehir arasında bulunan bu topraklara tarihte Maveraünnehir denmiş, bir anlamda bu coğrafyanın Mezopotamyası.

 

Tian Şan’dan (Yüce Dağlar) doğan Seyhun nehri 2137 km. boyunca, Hindi Kuş dağlarından doğan Ceyhun Nehri de 1437 km. boyunca akarak, yolları üzerindeki bölgelere verimlilik ve yaşam saçarak bir iç deniz olan Aral Denizi’ne ulaşıyorlar.

 

Bir Orta Asya ülkesinden umulanın tersine, yaşam kültürüne ne dağlar, ne stepler, ne de çöller damgasını vurmuş. Suyun ve verimli toprağın varlığı hem tarımın, hem ticaretin asırlar boyu önemini sürdürmesiyle şehir kültürünün egemen olmasını sağlamış. Sahip oldukları mimari ve sanatsal zenginliklerle, ticaret gelenekleriyle seyyahların anlatımlarını da besleyen Buhara, Semerkand, Hiva gibi şehirlerin varlığıda bunun en canlı kanıtları.

 

Bugün kuzeyinde Kazakistan, doğu ve güneydoğusunda Kırgızistan ve Tacikistan, güneyinde Afganistan ve güneybatısında Türkmenistan ile çevrili olan Özbekistan bir zamanlar İpekyolu üzerindeki en önemli etaplardan birisi olmuş. Binbir zorlukla yüksek, sarp dağları aşan, bitmek bilmeyen, susuzluk tehlikesinin eksik olmadığı ve köle avcılarının cirit attıkları Karakum ve Kızılkum çöllerini geçen kervanlar için en güvenilir yer olmuş şehirleriyle.Uzaktan kubbeleri ve yüksek minareleri ile Buhara ve Semerkand şehirlerini fark ettiklerinde derin bir oh çekmişler kervancılar. Bu topraklar farklı etnik yapılara, dinlere, kültürlere, coğrafyalara ait insanların karşılaştıkları, ilişkide bulundukları yerler olmuş.

 

İslam dininin 7. yüzyıldan itibaren yayıldığı Orta Asya’da ipek yoluyla gelen zenginliğin sayesinde aydın düşünceli hükümdarların bulundukları şehirlerde önemli bilim ve sanat merkezleri oluşmuş.

 

Karanlık dönemlerde eksik olmamış bu bölgede. Moğolların 13. yüzyıldaki istilaları sırasında pek çok eser tahrip edilmiş ama ne mutlu ki yıkanların ardından yeniden yapanlar her zaman olmuş. 16.yüzyıldan itibaren geleneksel ipek yoluna alternatif deniz yollarının ortaya çıkması ile bu bölge uzunca bir süre dışarıya kapanmış gibi görünse de 17., 18., 19. yüzyıllardan kalan çeşitli zengin eserler buralarda adeta bitmek tükenmek bilmeyen bir zenginlik kaynağına işaret ediyor.

 

19. yüzyıl boyunca İngilizlerin ve Rusların hakimiyeti için aralarında çekiştikleri bu topraklar, 20. yüzyılın başındaki Sovyet İhtilali ile bölgenin bugüne kadar olan tarihini derinden etkileyecek gelişmeleri yaşamaya başlamış.

 

Kısa bir süre önce,1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığını ilan eden Özbekistan’ın başkenti Taşkent şehri. Geniş caddeleri, büyük meydanları, geniş yer tutan yeşil alanları, Sovyetler döneminden kalma estetikten yoksun sosyal konutları ve son yıllarda ortaya çıkan modern binaları ile dikkat çekiyor. Ve birde bir zamanlar Lenin’in adını taşıyan ve onun heykellerinin süslediği meydanların yerini 6 yüzyıl sonra yeniden ulusal kahraman olarak keşfedilen “Amir Timur”un adını taşıyan meydan ve heykellerin aldığını görüyorsunuz. Timurlenk’in devasa heykellerinin Özbek bağımsızlık bilincinin oluşturulmasıyla ilişkili oldu- ğu tüm şehirlerde göze çarpıyor.

 

Yaklaşık 30 km. uzunluğunda yaygın bir ağa sahip olan metrosu, her yaştan insana hitap eden gösterilerin sergilendiği operası, canlı kafeleri ile çağdaş bir şehir Taşkent. 1966 yılında yaşadığı büyük bir deprem felaketi önemli tahribata yol açarken, şehrin yeniden doğuşuna da vesile olmuş. O dönemin Sovyet cumhuriyetlerinin kardeş halkları Taşkentin ayağa kaldırılmasına elbirliği ile destek olmuşlar. Yine şehirde ilginç bir diğer anıt Halklar Dostluğu meydanında bulunan kalabalık bir heykel grubu. İkinci Dünya Savaşı sırasında ailelerini kaybeden 15 küçük çocuğu evlatlık edinen demirci ustası Şahmuradov ve eşi ile onların evlatlık olarak aldığı çocuklardan oluşuyor.

 

Bir zamanlar Özbekistan’ın Sovyetler Birliği’ne inandığını hissediyorsunuz. Ayrıca tüm Orta Asya cumhuriyetleri içinde de Sovyetler nezdinde Özbekistan’ın yeri ayrı olmuş.

 

Türkçe’nin Özbekistan’da, özellikle de Taşkent’te kullanılabildiğini söylemek çok zor. Genellikle 20 yaşın üzerindeki şehirli kuşağın kendi aralarında bile zaman zaman Rusça konuşmayı tercih ettiğini fark ediyorsunuz.

 

Geçmişten kalan eserler açısından son derece zengin olan Özbekistan’da tarihin izini sürmek Semerkand’a ulaştıktan sonra daha kolay oluyor. Bugünkü genç Özbek cumhuriyetinin sembollerinden birisi olan Amir Timur’un kurduğu dev imparatorluğun ( tarihte bir tek insanın hükümdarlığı döneminde kurulmuş en geniş imparatorluk diye tanımlanıyor ) merkezi olmuş Semerkand’da Timur dönemi ve sonrasından kalan eserler bu dönemin gücünü ve zenginliğini ortaya koyuyor. Timur’un da zaten şöyle bir sözü var : “Gücümüzden şüphe edenler, yaptığımız eserlere baksınlar önce” demiş.

 

Bir tarafta sayısız askeri seferler, sınırsız şiddet uygulamaları, insan kafalarından oluşturulmuş piramitler, diğer tarafta görkemli camiler, medreseler, saraylar... Yaşamında milyonları titreten ancak torunlarının yanında duygulu bir dede olduğu ifade edilen Timur bugün, çok saydığı hocası Mir Said Baraka’nın ayakları dibinde, çocukları ve torunları ile beraber dev bir kubbenin altında, Gur Emir’de yatıyor.

 

Timur’a karşı duyulan korku ve saygı ölümünden sonra da insanları etkilemiş. Ölümünden sonra bile insanlar yüzüne bakmaya korkmuşlar. Mezarını açarak araştırma yapma girişimleri hep korkan halkın tepkisi ile karşılaşmış, bunun bir uğursuzluğa yol açacağı düşünülmüş, ta 1941 yılına kadar. Nihayet bir Sovyet araştırmacısı mezarı açma iznini elde edebilmiş ve o, mezarın kapağını kaldırdıktan yalnızca birkaç saat sonra , 22 haziran 1941 günü Nazi Almanyası Sovyetler Birliği’ne savaş ilan etmiş. Bu gelişme Özbekleri şaşkına çevirirken Timur’un adını daha da unutulmaz kılmış.

 

Şehrin merkezindeki Registan ise dünyanın en etkileyici meydanlarından.Üç tarafından her biri 30m. yüksekliğe ulaşan taçkapılara sahip medreselerle çevrili olan meydan bir zamanlar şehrin tüm önemli olaylarının yaşandığı yer olarak biliniyor.

 

Uluğ Bey medresesi (15.yüzyıl), Tilia Kari ve Şir Dor (17.yüzyıl) medreseleri çini kaplı cepheleriyle geçmişin zenginliğini yansıtıyorlar.

 

Timur’un bir moğol prensesi olan eşi Bibi Hanım için yaptırdığı cami ise Orta Asya’nın en büyük camisi imiş. Rivayete göre camiyi yapmakta olan İranlı mimar günlerden bir gün Bibi Hanımı görür ve ona tutulur. Timur yine biri bitip diğeri başlayan seferlerinden birinde iken, mimar Bibi Hanıma camiyi tamamlamak için bir şartı olduğunu söyler. Onu bir kere yanağından öpecektir. Buna şaşıran Hanım “benim yerime cariyemi öp,o da en az benim kadar güzel” deyince, tutkulu mimar, bir tas soğuk su ile bir tas beyaz şarabı kıyaslayarak “ her ikisi de görünüşte birbirine benzese de, su içersem sadece serinlerim ama diğer tastakini içersem kendimden geçecek kadar büyük bir haz duyarım” diyerek teklifinde ısrar edince çaresiz kalan Bibi Hanım yalnız bir tek öpücük için yanağını uzattığında mimarın dudaklarının izi prensesin yanağında kalır ve silinmez. Dönüşünde Timur her ikisini de cezalandıracaktır.

 

Bugünün Semerkand’ında pazar yeri en kalabalık ve en renkli mekanı oluşturuyor. Satıcıların hemen hemen hepsinin kadın olduğu dikkati çekiyor. Gerek müzelerde, gerek resmi dairelerde çok sayıda kadının çalıştığını görüyorsunuz. Okuryazarlık oranının % 100’e yakın olduğu bu ülkede kadın, çalışma yaşamının içinde ve önemli sorumluluklarda yükleniyor. Yeni yeni gelişen ticaret yaşantısında ise kadınların önemli bir rol oynayacakları ise şimdiden belli oluyor.

 

Çarşıda, sokakta insanlar güleryüzlü. Özellikle hanımlar karşıdan size gülümsediklerinde hemen hemen her birisinin ağzının içinde parlayan altın dişleri görüyorsunuz. Bunun moda olduğunu ve güzelliği tamamlayan bir unsur olduğunu düşündüklerine karar veriyorsunuz. Neden olmasın ?

 

Bir şehirden diğer şehre giderken dikkatleri çeken bir şeyde, ihtiyaçta giderilebilecek benzin istasyonlarının hemen hemen hiç olmaması. Taşıtlarda benzin, mazot ihtiyaçlarını gidermekte zorlanabiliyorlar. Zengin petrol kaynaklarına sahip bir ülkede baştan garip görünen bu durum sonradan anlaşılır olabiliyor. Özbekistan’ın olanakları tüm bu zenginlikleri işletmeye yeterli değil. Aynı zenginliğe sahip komşu ülkeler bu ülkenin petrolünü dışarı pazarlamasına, rekabet dolayısıyla yardımcı olmadıklarından, Özbekistan’ın herhangi bir denize kıyısı da olmadığından, ülke bu konuda sıkıntı çekiyor. Yabancı sermaye gereksinimi mutlak.

 

Mukaddes, İslamın kubbesi, dinin temel direği, soylu, ruhun güzelliği...Bütün bu nitelemeler Buhara şehri için kullanılmış. Bir baştan bir başa adımlarken tarihi soluyacağınız en güzel, en iyi korunmuş şehir demek abartılı olmasa gerek.

 

Buhara emirlerinin yaşadıkları sarayın hakim olduğu meydan bir zamanlar halkın toplantı yeriymiş. Buhara’nın ünlü köle pazarı da burada bulunurmuş. Lenin’in ölümü vesilesi ile kalabalıklar burada toplanırken, yine Sovyetler döneminde toplanan halk önünde, törenle kadınlar başlarını, yüzlerini kapatan örtüleri burada çıkarmışlar.

 

Buhara’nın en önemli tarihi eseri Kalon minare ile beraber Cuma camii. 12.yüzyıldan kalma 47 m yüksekliğindeki alt kısmında 9 m’lik çapa sahip minare, önüne çıkan herşeyi yakıp yıkan Cengiz Han’ı bile etkilemiş. Steplerde hiçbir engelle karşılaşmadan yol alan Cengiz Hanın önüne dikilen bu dev minare karşısında irkildiği ve onu yıktırmaya cesaret edemediğini söylüyorlar. Ayrıca Cuma camiinin görkemli süslemelerini görünce Cengiz Han bu yapıyı Buhara emirlerinin sarayı zannetmiş.

 

Şehristan’ın sayısız medreseleri, çarşı binaları arasında yürürken her an karşınıza bu şehirde uzun bir süre yaşamış olan İbni Sina çıkacakmış gibi hissediyorsunuz. Ömer Hayyam da bu yollarda yürümüş. Çini süslemelerle kaplı taçkapıların sayısını unutuyorsunuz Buhara sokaklarında.

 

En ünlü hadis toplayıcısı El Buhari yine bu şehirden. 10. yüzyılın parlak hanedanı Samanoğulları döneminde Buhara’nın o çağın en zengin kütüphanesine sahip olduğunu ve önemli bir bilim merkezinin yine burada oluştuğunu anımsayalım. İsmail Samani’nin türbesi de bu beylik döneminde ulaşılmış olan mimari ve estetik olgunluğu gösteriyor.

 

Sovyetler Birliği döneminde cami ve medreselerin hemen hepsi ibadet ve eğitim yeri olma özelliğini kaybetmiş. Müze veya işçilerin, öğrencilerin toplantı merkezleri olarak kullanılmış. En azından görünüşte bir dönem din düşüncesinin insanların yaşamından büyük ölçüde silindiği izlenimini edinebiliyorsunuz. Buna karşılık Buhara yakınlarındaki 14. yüzyılda yaşamış Bahauddin Nakşibendi’nin türbesi ve çevredeki önemli restorasyon çalışmaları yakın gelecekte ne gibi gelişmeler olabileceğini kestirme konusunda biraz zorluk yaratıyor.

 

Diğer şehirlerde olduğu gibi çayhanelar insanları en gözde buluşma yerleri. Özellikle havuz başlarındaki çay içilen mekanlar her yaştan insanı topluyor.

 

Buhara şehri, gezen kişide derin izler bırakıyor.

 

Bir Özbekistan gezisinin en güzel sürprizi ise Hiva şehri olsa gerek. Adı daha az bilinen bu şehir yine ipek yolu üzerinde bir su kaynağının bitişiğinde kurulmuş. 2200 m’lik surlarının içinde bulunan tarihi eserler adeta bir açık hava müzesi oluşturuyor. 21 tane medresesi, camileri, tarihi çarşıları ile Hiva’da yürürken adeta çağ değiştiriyorsunuz. Çini süslemeli cepheler, eyvanlar, minareler.

 

1967 yılında Hiva şehri müze şehir ilan edilip boşaltılmış ve restore edilmiş. Bugün tarihi ve kutsal mekanları kalabalıkların ziyaret yerleri olmuş. Kukla tiyatrosunun olduğu medrese çocukların akınına uğrarken Pehlivan Mahmud Türbesi de yeni evlenenlerin mutluluk dileğinde bulunmak için ziyaret ettikleri yer. Çarşısı ise çok renkli.

 

Özbekistan’ın Türkmenistan’a yakın bu bölgesinde Türkçe’yi daha rahat kullanabildiğimizi farkediyoruz. Hemen hemen her kafeteryada Türk televizyonlarının izlendiğini görüyoruz.

 

Ülkenin en kuzeyinde Aral Denizi bulunuyor. Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin suları ile beslenen bu iç deniz, Sovyetler Birliği döneminde Özbekistan’a biçilen pamuk üreticiliği görevi nedeniyle suyun denize ulaşmadan aşırı kullanılmasından ötürü yeterince beslenememiş. Denizin seviyesi 1962 yılından 1992 yılına 53 metreden 37 metreye düşerken, kapladığı alan 67.000 km.den 33.000 km. ye düşmüş. Su miktarı da % 70 oranında azalmış.

 

Her yerde karşılaştığınız Özbekler kadınıyla erkeğiyle narin yapılı insanlar. Çeşitli sebze çorbalarının ve mantı benzeri yemeklerinin, lezzetli mezelerinin yanısıra gittiğiniz her yerde önünüze Özbek pilavı çıkıyor. Aslında bol içyağı kullanarak yapılan bu pilav sokakta görebileceğiniz sade lokantalarda yer yer yağ içinde çorba görünümü arz etse de genellikle yabancıların ağırlandıkları yerlerde aynı görünümde olmuyor. Etin yanısıra içine katılmış nohutla, mercimekle, havuçla sunulan bu ulusal yemek özenle hazırlandığında tadına doyulmuyor.

 

Ulusal içecekleri çay, ancak votkanın da masalardan eksik olmadığını fark ediyorsunuz. Efsaneleri ile, onları daha inanılır kılan tarihi yapıları ile Buhara, Semerkand, Hiva gibi şehirlere sahip olan Özbekistan, kendilerine kardeş muamelesi yapılan Türk gezginlerde unutulmaz tatlar bırakıyor. Bir tarafımızın da orada olduğunu anlıyoruz.


Makaleleri
Bir Kış Senfonisi - Rovaniemi, Lapland
Ağlama Duvarına Faks
Moğolistan
Kaşgar'da Bir Pazar Günü
Siena: Bir Ortaçağ Hazinesi
Suriye' deki Haçlı Kaleleri
Assisi
Hüznün ve Eğlencenin Kenti: BEYRUT
Doğu' daki Mavi Yolculuk
Hayvanseverlerin başkenti Assisi
Masal Şehir, San'a
Özbekistan: Semerkand' dan Taşkent' e yolculuk
Okyanus kıyısındaki ortaçağ masalı
Kıpır kıpır bir kent Napoli
Osmanlı' nın sünger deposuydu bugün Ege' nin gizli cenneti
Rönesansın Başkenti: Floransa
Paylaşılamayan Kent: Kudüs
Orta Asya'da Bir Kardeş Ülke: Özbekistan
Fransız Rönesansının Gözdeleri

Önerdiklerimiz

ÜRDÜN VE PETRA VADİSİ
YILDIZ SARAYI VE ÇEVRESİ
İSTANBUL’UN KONUŞAN TAŞLARI

İSTANBUL’UN KONUŞAN TAŞLARI

Sıra dışı bir şehir jeoloji aktivitesi
FENER - BALAT TURU
OECONOMICA: ENDÜLÜS TURU
SAHRANIN ÇAĞRISI: FAS
Kişiye Özel Geziler

Size Özel Turlar

Hayalinizdeki geziyi sayfamızda bulamadınız mı?

Hayallerinizdeki Geziyi, Hayallerinizin Ötesinde Yaşayın!

Nasıl bir program istediğinizi söyleyin, size hayallerinizdeki geziyi tasarlayalım, siz dünyayı nasıl görmek isterseniz öyle bir rotayla; herkes için değil sizin tercihleriniz, sizin hayalleriniz, sizin maceranız için

Gemi Gezileri
Makaleler
Fest Travel
Fest Travel Instagram
Fest Travel Youtube
Fest Travel Twitter
Fest Travel Facebook
Çalışma Saatleri
Pazartesi - Cuma : 08.30 - 18.00

Mesai saatleri dışında bize ulaşmak için [email protected] adresimize yazabilir ya da 0 850 622 33 78 no’lu telefonu arayabilirsiniz.
Barbaros Bulvarı, Barbaros Apt. No.74 K.7 D. 18-19 PK.34349 Balmumcu, Beşiktaş-İstanbul / Türkiye

Tel: 0 850 622 33 78
Faks: 0 212 216 10 30
E-Posta: [email protected]