Dünyanın her neresinde olursa olsun, kentlerin, yerleşimlerin bir merkez noktaları vardır.İşte o nokta kentin orta yeri olarak kabûl edilen mekândır. Antik dönemlerde kilometreler hep o noktadan itibaren hesaplanmış, haritalar ona göre çizilmiş, kervanlar ona göre yol almıştır. Bu noktanın bulunduğu yere, muhak-kak her hangi bir tanrıya, bir kahramana veya geçmişteki bir zaferin anısına atfedilen anıtsal bir taş, bir sütun, bir duvar veya bir abide dikilmiştir.
Bizans döneminin İstanbul’unda , kentin “0” noktası olarak kabûl edilen merkez, Ayasofya’nın önünde uzanan Augusteion ( Zafer ) Meydanının batı ucunda yer alıyordu. Bugün, Yerebatan Sarayı girişinin hemen arka tarafına düşen, ve hızlı tramvay yolunun kenarındaki çukurluk bir yerde yükselen Bizans dönemine ait mermerden yapılmış sütunumsu bir taş, bir zamanlar burada bulunan ve kentin “0” noktasını gösteren görkemli Milion Anıtından günümüze kalabilmiş yegâne parça olarak görülmektedir. Bizans dönemi İstanbul’unda, kentin ortasından geçip giden ve Yedikule surlarındaki İmparatorluk kapısında son bulan, Bizans‘ ın ana caddesi Mese üzerindeki önemli anıtlardan biri olarak bilinen Tetrapilon şeklinde (dört sütun üzerinde) yükselen Milion Anıtı ilk defa, adını kente veren, İmparator I.Konstantinus tarafından 320‘ li yılların sonlarında yaptırılmış, Bizans’ın altın çağı olarak kabûl edilen 527-565 yılları arasında Bizans’a hükümdarlık yapmış I. Justinianus zama-nında da yenilenerek üzeri güneş çemberi şeklinde bir taçla süslendiği yazılmıştır. İmparatorluğun önemli merkezlerinin başkente olan uzaklıkları bu anıttan itibaren ölçülmüş, yol kenarlarına koyulan kilometre taşları da buradan itibaren yapılan mil hesabına göre yerleştirilmiştir. Bizans döneminde, yollar Roma mili hesabına göre hesaplanıyordu ve 1 Roma mili, yaklaşık 1,480 metreye eşitti. Aslında, Roma ‘da ve daha başka kentlerde, yerleşimler arası mesafeler şehir kapılarından itibaren hesaplanıyordu, ama Bizans, bu mesafe hesaplamasını sembolik olarak Milion Anıtından itibaren yapıyordu.Ayrıca, bu anıt, Roma’da bulunan, tarihi kaynaklarda adı Altın Milion anlamına gelen “Milion Aureum“ adındaki ünlü bir anıtsal yapıdan esinlenerek yapılmıştı.
Bizans’ın “Milion Anıtı”, taşlarla döşeli, platform şeklinde kare bir taban üzerinde yükselen, dört sütunun taşıdığı, dört tarafından kemerlerle desteklenmiş kubbeli bir yapıydı ve bir zamanlar Yerebatan Sarayı’nın arkasında bulunan Basilika Stoa Kilisesinin önünde yer alıyordu.
Bizans’ın ünlü tarihçilerinden Zosimos ve Hesihios kaleme aldık-ları tarihlerinde, Milion Anıtının, ilk dönemlerde, Hıristiyanlık öncesi tanrılardan, antik İstanbul kentinin de koruyucu tanrılarından biri olarak saygınlık görmüş, Tanrıça Tihe adına yapılmış bir anıt olduğunu ileri sürmüşlerdir. Gene eski kaynaklardan öğrendiğimiz gibi, I. Konstantinus zamanında, Tetrapilon şeklindeki anıtın doğu cephesinde ellerinde haç tutan İmparator Konstantinus ile annesi Helena’yı gösteren bir heykel grubunun yer aldığı, aynı cephede başında tacı, elinde borazanı ile bir Tanrıça Tihe tasvirinin de bulunduğu anlaşılmaktadır.
Ayasofya gibi birbirinden görkemli saray ve kiliselerin, sarnıçların yapıldığı ve Bizans İmparatorluğunun Mısır’dan Fas kıyılarına sınırlarını genişlettiği 527-565 yılları arasında Bizans’a hükümdarlık yapmış I. Justinianus döneminde, Milion Anıtı cephesinin bir güneş çemberiyle süslendiği ; 711-713 yılları arasında kısa bir dönem tahtta kalan İmparator Filippikos döneminde de Hıristiyanlığa ait dinsel tasvirlerin eklendiği, 741-775 yılları arasında ise hüküm süren V. Konstantinus tarafından anıt üzerine Hipodrom’ da yapılan at yarışları sahneleriyle süslü bir yontu grubunun yerleştirilmiş olduğu bilinmektedir. Bütün bunların yanında, tarihi kaynaklar, VIII. ve XII. yüzyıllar arasında, Ayasofya’da yapılan kimi imparatorluk törenlerinin kiliseden sonra bu anıtın altında devam ettiğini yazmışlardır.
1268 Yılında, mülkiyeti Ayasofya Kilisesine verilen Milion Anıtının varlığı, İstanbul’un fethinden sonraki Osmanlı döneminde de bir süre devam etmiş, ondan sonra da yavaş yavaş parçalanıp dağılarak, bugünlere, tek taşlı hali ile gelebilmiştir.
Milion Anıtına ait kalıntılar, 1957 Yılında, Sultanahmet Meydanı çevre-sinin İstanbul Belediyesi tarafından düzenlendiği dönemde ortaya çıkartılmıştır.
Yüzyıllar öncesinin İstanbul’un da, Bizans’ın ortasından geçip giden Mese Caddesinin son bulduğu Yedikule surlarındaki İmparatorluk kapısı, daha sonra Dalmaçya bölgesi üzerinden Roma’ya dek uzanıp giden Via Egnatia adıyla ünlü, kentler arası ana yolun başlangıcını oluşturuyordu. Buradan itibaren Via Egnatia güzergâhı üzerinde eski Yunan ve Roma dönemlerinde kullanılmış Hermesion adı verilen kilometre taşları bulunuyordu.
İstanbul surlarından çıktıktan sonra, önce, bizans’ta adı Kiklobion burnu olarak geçen bugünkü Zeytinburnu kıyısındaki küçük balıkçı köyüne geliniyor, ardından Veliefendi Hipodromundan itibaren denize dek uzanan Askeri talimgâh ve resmi binalarla süslü bugünkü Yenimahalle tarafına, daha sonra da iki önemli kilise, iki saray, manastır, sarnıç gibi önemli yapıların bulunduğu Hebdomon’a, yani bugünkü Bakırköy’ün kıyı kesimine geliniyordu. Bizans döneminde, Bakırköy’e Hebdomon adı verilmesinin nedeni de, Milion taşından itibaren buraya kadar uzanan mesafenin 7 mil olmasından kaynaklanıyordu ve bu konum nedeniyle antik Bakırköy, Yunanca’da yedinci anlamına gelen Hebdomon sözcüğü ile anılmıştı. Hebdomon’dan sonra, Via Egnatia Reghion olarak anılan, askeri bir karakol konumundaki bugünkü Küçük Çekmece’ye geliyor, oradan itibaren de Andrinopolis ( Edirne ), Selanik üzerinden Dalmaçya kıyılarını takip ederek Lâtin dünyasının başkenti Roma‘ ya ulaşıyordu.