Dokunulmamış: Ürdün ve Petra


Bazı yerler vardır ki nedense gezilmesi yıllarca hep ertelenir veya seyahat listemizin en sonunda yer alır. Bir türlü listenin üst sıralarına çıkamaz ve zamanla unutulur gider. Maalesef bunlardan biridir Ürdün. Bu ülkeye karşı nedense bir ilgisizliğimiz oluşmuş. Belki Orta Doğu’ya karşı olan çekingenliğimizden, belki de bize hitap etmeyeceğini düşünmemizden. Ancak bize bu kadar yakın olan ve sunabileceği pekçok tat bulunduran Ürdün’e, keşfetme ruhuna sahiplerin elatma zamanı geldi.

Hayatınıza ve objektifinize giren yeni bir yeri algılamanız elbette hemen mümkün olmayacaktır ancak önceden dersimizi çalışarak karşılaştığınız yeni paralellikleri hazmetmeniz ve hafızalarımıza işlememiz daha kolay olmaktadır. Son zamanlar da seyahat etmenin amacı, bedeni dinlendirmenin tam aksine bedeni bilgi ırmağına sürüklemek ve aç olan keşfetme arzumuzu doyurmak olmuştur. Sonuçta yeni yerleri keşfetmenin zevki ve bu yerler hakkında ufakta olsa bilgi sahibi olabilmek eşşiz bir tatdır.

Resmi kayıtlarda Haşimi Ürdün Krallığı olarak bilinen ülke, Suriye, İsrail, Suudi Arabistan ve Irak ile çevrelenmiş 89,342 km²lik bir alandan oluşmaktadır. Çok karmaşık bir bölgede olmasına rağmen Ürdün barışseverliği ve sakinliği ile hep bir denge unsuru olmuştur. Bu dengenin başlıca mimarlarından biri 1999 yılında ölen Kral Hüseyn’dir. Şimdi ülkenin başında oğlu Kral Abdullah II bulunmaktadır ve kendisi batı eğitiminde yoğrulmuş bir barış adamı olarak Ürdün’ü daha ileriye götürme görevini üstlenmiştir.

Ürdün’ün bizi karşıladığı kapısı Amman’a 2 saatlik bir uçuştan sonra vardık. 1921 yılında Kral Abdullah I tarafından kurulan Haşimi Ürdün Krallığının başkenti olan Amman halen bu ünvanı korumaktadır. Amman, İstanbul gibi yedi tepe üstüne kurulmuş bir oluşumdur ve her yedi tepe bir mahalle olarak sınıflandırılmıştır. Örneğin Jabal Amman (Amman Tepesi).

Objektiflerimize yakalanan ilk eser 5000 yıl önce Rabbath-Ammon (antik çağlarda Amman’ın adı)’un şehir olarak oluşmaya başladığı nokta olan antik citadel. Söz konusu citadel bize Roma, Bizans ve erken Müslüman oluşumlarında kesitler sunmakta. Buradan adımlarımızı aynı zamanda Amman’ın Ulu Tapınağı olarakta bilinen Herkül Anıtı’na ve 6. yüzyıldan kalan Bizans Bazilikası’na doğru yönlendiriyoruz. Sonra, belki de şehrin en güzel anıtı olan Umayyad Saray Kompleksi’ne geliyoruz.

Kubbesi ve dört duvarı haricinde pek ayakta kalan bölmesi olmayan Saray bize eskiden ne kadar ihtişamlı olduğuna dair ipuçları sunmakta. Ürdün’deki ilk günümüzün akşamı kovalayan zamanında ise sırasıyla Roman Forumu’nu, Antik Tiyatro’yu 2. yüzyıldan beri var olan Odeon’u ve Osmanlı stilinde inşa edilmiş 1924 tarihli Ulu Hüseyin Camii’sini geziyoruz. Halkın canayakınlığı ve işbirliği ile notlarımıza, makinelerimize unutulmaz ilk izlenimlerimizi işliyoruz.

Keşfetmenin zevki ile seyahatimizde konaklama yeri önemini yitirse bile, Amman’ın sunduğu yüksek standartlı otellerden en iyisi olana yerleştik. Gün içinde gördüklerimiz ve yaşadıklarımızı daha iyi benimsememiz için yöresel akşam yemeğini tadacağımız Kan Zaman lokantasına hareket ettik. Amman şehrinde yaptığımız akşam yolculuğu sırasında şehrin bir düzen üzerine kurulduğunu öğrendik. Amman 3 ayrı bölgeye ayrılmış ve her bölgede kendi standartlarına uygun bir mimari oluşum mevcut. Kısacası belirli bir bölgeye inşaa edilen ev o bölgenin koşullarına göre (yapı, dış boya vs) yapılması gerekiyor. Böylece kurulan bu uyum ve düzen sağlıklı bir şehir planı sağlıyor.

Yerel lokantamızda Ürdün’ün Orta Doğu beklentilerimizin üstünde çok daha modern olduğunu gözlemledik. Erkekli, kadınlı grupların birlikte oturup birlikte nargile tüttürdüklerine ve yemek eşliğinde yerel şarap ile dolu kadehlerini tokuşturduklarını biraz hayret biraz da tebessüm ile izledik. Gittiğimiz lokanta bize Lübnan, Süriye mutfağı dahil olmak üzere geniş bir yemek platformu sundu. Servis ve sunum beklentilerimizin oldukça üstündeydi.

Sabah güneşinin yüzümüzü okşayarak bizi uyandırmasının enerjisi ile, sıkı bir kahvaltı yaptıktan sonra rotamızı Ürdün’ün en meşhur Roma Antik Şehri “Ceraş” (Jerash)’a çeviriyoruz. Amman’dan sadece 45. km’de uzaklıkta olan bu antik şehir mükemmel bir biçimde korunmasından dolayı “Doğu’nun Pompei” olarak adlandırılmış. Antik Yunan kültürünün kalesi sayılan on kent birleştirilip “on kent” anlamına gelen “Decapolis” adı verilmiş. Ceraş “Decapolis”in en güzel şehri olarak hep ününü korumuş. İki yan yolla kesilen Ceraş’ın ana kuzey-güney aksında, Zeus Tapınağı ve hemen önünde mükemmel bir mimari tasarıma sahip olan eşşiz Oval Forum, Artemis Tapınağı ve Güney Tiyatrosu bulunmaktadır. Sokakları ve eşşiz sütunları ile Efes’i andıran Ceraş’ta saatler çok hızlı uçup gitmektedir. Objektifimize yakalanan kareler arasında 11 m yüksekliğindeki Hadrian Anıtı, Hipodrom, Zeus Tapınağı, Çeşme (Nymhaeum) ve Artemis Tapınağı bulunmaktadır.

Decapolis

Günümüzün ilk yarısına sahip olan bu etkileyici ziyaretten sonra deniz seviyesinden yaklaşık 400 m altında olan Ölü Deniz’e doğru otobüsümüzün direksiyonunu döndürüyoruz. Ölü Deniz vadisine doğru inerken ufkumuzda Kutsal Küdüs şehrini hayal meyal seçebiliyoruz. Ölü Deniz adı üstüne yaşam belirtisi olmayan bir deniz. İçerisinde tek bir varlık yaşayamayan bir su kütlesi. Alışkın olduğumuz denizlerden on kat daha yoğun ve daha tuzlu olan Ölü Deniz tam bir şifa merkezine dönüşmüş durumda. Eteklerine kurulan tesisler vasıtasıyla Ölü Deniz’in suyu ve çamuru dünya sağlık turizminde önemli bir yere sahiptir. Doğanın bu etkileyici sunumundan faydalanabilmek için dünyanın her köşesinden buraya gelen turistlere rastlamanız çok doğal. Şımarık sabırsız turistler gibi hemen kendimizi Ölü Deniz’in sularına bırakıyoruz. Suyla ilk temasımızla birlikte neden Cleopatra’nın buraya kozmetik üretim merkezi kurmak istediğini anlıyoruz. Yoğunluğundan dolayı batmadığımız bu mineral dolu suda gözlerimizi açmadan bir iki defa dalıp çıkıyoruz. Suyun sakinliği ile kendimizi özleştirip siyah çamur banyosundan sonra yumuşayan vücutlarımızla yolumuza devam ediyoruz.

Bitirilen film makaraları, güzel sohbetler ve eşşiz görüntüler eşliğinde Ürdün’ün güneyine doğru keşfimizi sürdürüyoruz. Bu defa hedefimiz, Sahara Dağları’nın oluşturduğu, dünyadan izole, gül kırmızı taşların nakış gibi işlendiği antik Petra şehri.

Bu akşam eski bir köyden oluşturulan otelimizin ara sokaklarında zaman kavramımızı kaybediyoruz. Göz alabildiğince yıldızlar serpiştirilmiş gökyüzünün altında bir o sokağa bir bu sokağa dalıyoruz. Çekilen resimlerle, yazılan ufak sözcüklerle bu anı kendimiz için ölümsüzleştirmeyi hedefliyoruz.

Petra’yı görme heyecanıyla gözümüze uyku girmeyen bir geceden sonra ilk gün ışığı ile birlikte adeta yataklarımızdan fırlıyoruz. Bugün piramitler kadar ünlü olan, doğanın kayalar üzerine pembe ve kırmızının her tonunu işlediği Petra’yı göreceğiz. Nefesimizi tutup otelimize sadece 15 dakika uzaklıkta olan Petra’nın tek girişine gidiyoruz. Biletimizi aldıktan sonra Petra vadisine girişi sağlayan “Bab as-Siq” olarak isimlendirilen büyüleyici kumluk yolu takip ederek adeta dış dünya ile hiçbir bağı olmayan vadinin içine doğru yürüyoruz. Yürümek istemeyenler ise hemen girişte mevcut olan atlara veya eşek arabalarına binmek olanağına sahipler. Sanki zaman tünelinden çıkmış başka bir dünyaya adım atmış şaşkın gözler gibi her köşeyi dikkatlice inceliyoruz. Her iki yanı yüksek kayalıklarla çevrili olan vadi zaman zaman daralıp genişliyor. Işık, günün her saatinde farklı duvarlarda bir renkten diğer bir renge doğru süzülerek dans ediyor. Bu geçişler ise vadinin her anını farkı bir görsel şölen gibi bizlere sunuyor. Bazen güneş ışınlarını içeriye sokmayan vadi ürkütücü olabiliyor ancak büyülü havası herşeyi bastırıyor.

Siq vadisinin duvarları, tamamen kapanıp ve bizleri hapsedeceğini zannettiğimiz bir anda karşımıza ufacık bir aralıktan hiç beklemediğimiz olaganüstü bir yapı çıktı. Sessizce bizi bekleyen yapı kayalıkların sivri çıkıntılarının aksine düzgün sütünları ile Hazine Binasıydı. Güneş ışığı ile bütünleştiğimiz bu noktada karşımıza çıkan Hazine Binası bir anda bizlere Indiana Jones’un maceralarını hatırlatıyor. 2 bin yıldan beri bu kadar iyi korunmuş bir yapıyı ansızın karşınızda görünce bize anlatılan veya okuduğumuz şeylerin ne kadar yetersiz kaldığını farkediyoruz. Bu görüntü ancak yaşayarak algılanabilir. Yazılanların, söylenenlerin sadece belirli bir kısmı açıkladığını fark ediyorsunuz çünkü böyle bir girişin, sunumun kâğıda %100 dökülebilirliği imkânsız.

Uzun uzun peş peşe gelen fotoğraf çekimlerinden sonra bizi bekleyen maceranın heyecanı ile vadidin derinliklerine doğru serüvenimize devam ediyoruz. Yol boyunca kayalara oyulmuş, birçok niş görüyoruz. Sağlı sollu su kanalları, terakota su boruları yolculuğumuzda bizlere eşlik ediyorlar. Yolumuzdan biraz saparak 170 m tırmandığımızda Petra’nın hem en kutsal hem de en güzel panoramik görüntülerini çekebileceğiniz çeşitli Kurban Terasları’ndan birisine ulaşıyorsunuz. Normal yolumuzun üzerinde 1. yüzyıla tarihlenen tiyatro, bizi kaya oyma mezarlarına ve sütunlu cadde etrafında oluşmuş Petra kent merkezine ulaştırıyor. Bizleri etkileyen diğer bir unsur ise bu unutulmaz yerde tuvaletlerin ne kadar temiz ve pak olduğu. Gezginlerin çoğu bilir ki bu tarz tören yerlerinde temizliği sağlamak çok da kolay değildir. Merak etmeyin bu unutulan yerde aç kalma olasılığı da yok çünkü vadide bir iki tane lokanta beklentilerin çok üstünde bir servis sunmaktadır.

Petra, tam gün boyunca gezilmesi gereken bir antik şehirdir. Daha az zaman hem size hem de Petra’ya haksızlıktır. Kendimizi şanslı kabul ediyoruz çünkü görmüş olduğumuz çoğu turist grupları yarım günü Petra’ya layik görüp gidiyorlar. Ayrıcalığımızı hissediyoruz. Kendilerine güvenen gezginler isterlerse Petra Vadisi’nin sonunda yer alan 800 basamaklı patikayı takip ederek Ad-Deir dağının 220. metresinde dağın içine oyulmuş Manastır’ı ziyaret edebilirler. Bunu yapmak için sabahın ilk saatleri veya öğleden sonra tercih edilmelidir çünkü burası çok zorlayıcı bir patikadır. Ancak patikaya çıkma cesaretini gösterirseniz ödülünüz Manastır’ın büyülü güzelliği olacaktır.

Petra’ya ayırdığımız tam günden sonra büyüleyici atmosferin sersemliği ile otelimize geri döndük. Evet, yorulduk ancak bu bir zafer, bir keşif yorgunluğuydu. Doğanın yaratmış olduğu bu vadiye özenle işlenen renkli kayaların mucizesinde ne yapacağını şaşırıyor insanoğlu. Otelimizin bahçesinden Mt. Nebo şarabımızı yudumlarken, günümüzün yorgunluğunu batan güneşi izleyerek atıyoruz. Yatağımıza nasıl girdiğimizi ise hatırlamıyoruz...

Muhteşem bir günün ardından, köy evinden renove edilmiş olan odamıza akan ılık güneş ışığı ile uyanıyoruz. Bugün bizim için farklı bir gün. Artık biz Petra’yı görenler arasındayız…

 

Ram

Ortadoğu’nun belki de en heyecan verici doğasına sahip uçsuz bucaksız kızıl çöllerle kaplı, “Arabistan’lı Lawrence” filmine sahne olmuş olan Ram Vadisi’ne doğru yol alıyoruz. Ram Vadisi’ne yaklaştığımızda bizi buraya kadar getiren otobüsümüzden inip özel 4×4 çöl jiplerine biniyoruz. Vadi Ram, Sahara Dağları’nın güneyinde kırmızı kum ile doldurulmuş bir dizi paralel vadiden oluşmaktadır. Adeta geniş, sonsuz, sessiz, zamansız ve sade bir doğa harikası. Bizleri koltuklarımızdan zıplatan çöl yolunda Vadi Ram’ın derinlikerine doğru doğru ilerliyoruz. Tüm detayları görmek ve algılamak için burada olduğumuzu unutturmayacak 3 saatlik uzun parkuru seçiyoruz. Bu üç saatlik çöle açılan kapının içerisinde vaha vari alanlar, bol bol kaya kabartma resimleri, eski Tamud yazıları, bedevi kabileleri, hatta yarısı harap olmuş bir Nebati tapınağıyla bile karşılaşıyoruz. Ancak manzaramızın çoğunu oluşturan tek bir unsur var o da göz alabildiğince ince kızıl kum. Ziyaretimiz süresince sürekli aklımızda Arabistan’lı Lawrence olarak bilinen, T.E. Lawrence’ın “Seven Pillars of Wisdom” kitabında okuduğumuz bir bölüm dolaşıp duruyor. T.E. Lawrence şöyle yazmıştı: “Olağanüstü Ram… Sonsuza yankılanan ve Tanrısal… Hayal gücünden daha yüce bir meydan okuma…”

Kısa seyahatimizin çöl safari ayağını tamamladıktan sonra tekrar otobüsümüze geri döndük. Koltuklarımızın iç gıcıklayıcı süzülmesinin getirdiği uykumuz ile savaşıp geçtiğimiz yollara dikkatimizi verdik. Bir daha ne zaman burayı görebilecektik... Her anı yaşamamız gerektiğinin bilinciyle gözlerimizi sonuna kadar açtık, her şeyi gözlemledik.

Vadi Ram’dan 70 km uzak, Ürdün’ün en güneyinde, Kızıldeniz’in kıyısında kurulmuş Ürdün’ün tek liman kenti olan Akabe şehrine geldik. Akabe, Ürdün’ün İsrail ve Suudi Arabistan ile buluştuğu nokta. Şehir olarak sunabileceği çok eser yok ancak bir sahil şehri olduğundan dolayı çok fazla ziyaretçisi var. Ürdün’ün Kızıl Deniz’e açılan yüzü olarak ta bilinen Akabe’de bindiğimiz “Cam Tekne” ile kıyılarının inanılmaz denizaltı bitki ve hayvan zenginliğine sahip olduğunu gördük. Bu deniz altı zenginliği dalış turları içinde çok ilgi çekici b Akabe Ürdün’de gördüğümüz en son yer olmuştu. Bir gece burada konakladıktan sonra ertesi gün Amman’a geri dönüp İstanbul’a bizi uçuracak olan uçağımıza binmek için havalimanına gittik. Uçak penceremizden aşağıya bakarken yüzümüzde bir gülümseme ile aklımızda iyi ki önyargımızı yenmişiz ve gelmişiz diyorduk…

Seyahat etmenin gittikçe kolaylaştığı bir dönemde aklımıza bile gelmeyen bazı ülkeleri keşfetme arzumuz önyargı ile yok ediliyor. Özellikle bu tavrımız Orta Doğu ülkelerinde daha fazla yükseliyor. Ancak şurası kesin ki, herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bu ülkelerin kesinlikle görülmesi gerekir. Bu farklılığın ve ruhsal zenginliğin verdiği heyecanı yakalamalıyız.

İçinizde bir keşfetme arzusu varsa bu önyargınızı yenmenizi ve seyahat yaşantınıza yeni pencereler açılmanızı dileriz.


Makaleleri
Kitle turizmi nasıl başladı?
Seyahat tasarımcısının beslendiği ziyafet(ler)
Seyahat motivasyonları
Etik gezgin olmak
'Doğu Ekspresi' adı verilen iki lüks tren kimlere ait, farkları neler?
‘Bakanlıklar ve hükümet bu konuda birkaç lafın ötesine dahi geçemiyor’
Tren seyahatlerinin duygusal açılımları
Kartpostallar ve Yolculukları
Hediyelik eşyalar
Milyonlarca Hintliyi Tepindiren Adam
Turizm Sektörünün Köşe Taşı
Othmar Pferschy: Türkiye’nin ilk turizm fotoğrafçısı
2017’nin Lüks Seyahat Eğilimleri
Teotokostis Pammakaristu Manastır Kilisesi
Müzik, Seyahat İsimli Eşsiz Filmin Film Müziğidir…
Dünyanın En Garip Müzeleri
Turizm ile Şekillenen Gelecek
2018 Avrupa Kültür Başkenti: Valletta
Sanatın ve Mimarinin Beşiği: Floransa
Dokunulmamış: Ürdün ve Petra
Turizm Hakkında
Güzergah; Film Sahnemiz
Tonlarca Tel ve Sürdürülebilirlik
Kaburga Kıran
Dünyanın 10 Yerinden 10 Görkemli Kanal
Arkeolojik Kazılar, Türk Kaleleri ve THY
Birinci Konstantin
Barka İle Seyahat
Osaka
Modern Tanıma Göre Turizm’in Keşfi
Nasıl?
Seyahat Teknolojisi
Zekeriya Şen’in Hindistan İzlenimleri Serisi-2
Zekeriya Şen’in Hindistan İzlenimleri Serisi-1
Nam-ı Diğer: Zamanla İsmi Değişen Ülkeler
1900’lerde Paris'te Bir Fuar ve Yürüyen Kaldırım Hikayesi
Mars’ta Tatil Yapmak Mümkün mü?
Rock’n Roll ve Otel Sektörü
Nepal Denince Akla…
2016’nın Favori Destinasyonu: İzlanda
Gelişen Teknoloji Işığında Geleceği Öngörmek
Bavulunun Sesini Dinle : BagSentry
Düşük Sınıf Negatifliği Burada Yok: Narita Havalimanı
Kültürel Varlıklarımız: Ayasofya

Önerdiklerimiz

YERALTINDAKİ İSTANBUL TURU
SÜLEYMANİYE - VEFA - ZEYREK
LYON IŞIK FESTİVALİ
BANGLADEŞ

BANGLADEŞ

10 gece 11 gün
KONYA ŞEB-İ ARUS TÖRENİ
PERA’DAN GALATA’YA 6-7 EYLÜL 1955
İSTANBUL'UN HANLARI VE ÇARŞILARI
FENER - BALAT TURU
Kişiye Özel Geziler

Size Özel Turlar

Hayalinizdeki geziyi sayfamızda bulamadınız mı?

Hayallerinizdeki Geziyi, Hayallerinizin Ötesinde Yaşayın!

Nasıl bir program istediğinizi söyleyin, size hayallerinizdeki geziyi tasarlayalım, siz dünyayı nasıl görmek isterseniz öyle bir rotayla; herkes için değil sizin tercihleriniz, sizin hayalleriniz, sizin maceranız için

Gemi Gezileri
Makaleler
Fest Travel
Fest Travel Instagram
Fest Travel Youtube
Fest Travel Twitter
Fest Travel Facebook
Çalışma Saatleri
Pazartesi - Cuma : 08.30 - 18.00

Mesai saatleri dışında bize ulaşmak için [email protected] adresimize yazabilir ya da 0 850 622 33 78 no’lu telefonu arayabilirsiniz.
Barbaros Bulvarı, Barbaros Apt. No.74 K.7 D. 18-19 PK.34349 Balmumcu, Beşiktaş-İstanbul / Türkiye

Tel: 0 850 622 33 78
Faks: 0 212 216 10 30
E-Posta: [email protected]