Cloisters


Geçtiğimiz aylarda yine uzun yollar, hareketli geziler yaptım. Evde geçirdiğim zamanlar azınlıktaydı. Bir gezi beni Asya’nın en kapalı kutu ülkelerinden Myanmar’a götürürken, bir diğeri de, dünyanın başkenti sıfatını fazla fazla hak eden New York’a uçurdu. Noel’in hemen ertesi günü, yılbaşı öncesi, yılın en kalabalık günlerini Manhattan adasının tam ortasında geçirdim. Sokaklar o kadar renkliydi ki! Bütün dünya New York’ta buluşmuş gibiydi her haliyle. Kaldırımlarda yürürken kulağınıza çarpan değişik lisanlar, gözünüzü alan değişik ırklar New York’un dünya başkenti olma halini ispatlıyordu bana kalırsa. 

Ben severim bu şehri! İlk adım attığım anda bile sanki hep oralarda yaşamışım, bulunmuşum gibi sıcak hislerle dolmuştu içim. İstanbul’dan gelen biri için kalabalık kaldırımlar sorun teşkil etmediğinden hemen adapte olmuştum o deli hızına. Metrolarından inip, otobüslerine binmiş, blok blok yürüyüp tabanlarımı acıtmıştım. Bugün bile hiçbir şey yapmasam dahi, sadece sokaklarında yürümek bile bir keyiftir benim için. Enerisi bu kadar yüksek bir kent bence dünyada yok! 

İşte yılın son haftasında, tüm dünyayla birlikte ben de New York’a akmış bulundum. Özel bir geziydi bu sefer. Başkent Washington DC ve New York’u kapsayan bir program hazırlamıştım. Washington DC’de bütün müzeleri gezip, Alexandria eski kent merkezini keşfettik. Hava da mevsim normallerine göre o kadar insaflı davrandı ki, New York’ta bulunduğumuz bir gün, açık havada oturup ogle yemeği bile yedik. Bu mevsimde olacak şey değil! 

Washington DC’den New York’a trenle geçtik. Biz regional denilen trene bindik. Aradaki hemen bütün istasyonlarda durmasına rağmen, 3.5 saatte New York’a vardık. İstasyon kalabalık, sokaklar hareketli ve hava pırıl pırıl güneş içindeydi. En sevdiğim havalar bunlardır benim! Serin ve güneşli! 

New York’ta bulunduğumuz süre içinde müze ziyaretleri her zamanki gibi büyük önem taşıyordu. Metropolitan ve Frick’s Collection’da 400. Ölüm yıldönümü sebebiyle düzenlenen sergilerde ünlü ressam El Greco anılıyordu. Guggenheim ve MOMA’nın önündeki kuyrukları aşıp da içeri girebilen, bu sefer tabloların önündeki kalabalıktan hiçbir şey göremiyorlardı. Açık söyleyeyim, bir daha asla bu dönemde gitmem New York’a! Her şey bitsin, noel ve yılbaşı kalabalıkları evlerine dönsünler, ondan sonra giderim! Siz de benim gibi sakin müzeler isteyenlerdenseniz o zaman bu bilgi aklınızda bulunsun! 

Ama yine de Manhattan sandığınızdan çok daha büyük! O kalabalıkların, kuyrukların ve trafik sıkışıklıklarının dışında kalmak isterseniz, biraz yukarılara doğru çıkmanız yeterli olacaktır. Biz de böyle yaptık! İşte bugün size Manhattan’ın az bilinen, -diğerlerine göre – daha az gidilen bir müzesi ve bölgesi hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. 

New York’un en çok ziyaret edilen müzelerinin başında Metropolitan Sanat Müzesi gelir. 5. Cadde üstünde, Museum Mile olarak bilinen müzeler bölgesinin gözbebeğidir. Dünyanın değişik yörelerinden, farklı kültürlerden, bambaşka devirlerden derlenmiş olağanüstü bir koleksiyona ev sahipliği yapmaktadır.  Dünyada en çok sevdiğim müzedir ayrıca! İşte bu özel müzenin bir de Avrupa Ortaçağı’na ait ayrı bir kolu, bir nevi şubesi bulunuyor. Hem de Manhattan’ın en kuzey ucunda, Fort Tryon Parkı’nın içinde, ağaçlarla ve kuş sesleriyle dolu yeşil alanlarla çevrili harika bir noktada! 

Müzenin adı The Cloisters. Ortaçağ manastırlarının revaklarla çevrili avlularına verilen isimdir Cloisters. Bizde de klasik Osmanli mimarisindeki iç avlulara benziyor biraz. Her ne kadar 1934-1939 yılları arasında inşa edilmişse de, gerçekten de ortaçağ binalarının içine giriyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Binalar New York’un tarihi mirasının önemli bir parçası olarak tescillenmişler. Binalar diyorum çünkü müze tek bir parçadan oluşmuyor. Birbirinin içine geçmiş, birbirleriyle kemerli geçitler ve avlular aracılığıyla bağlanan çok sayıda bölüm, şapel, kilise ve salon var. Her birindeki atmosfer 12. ve 15. yüzyıla taşıyor ziyaretçiyi. Müzede beşbin civarında eser sergileniyor. Bazıları Avrupa’nın başta Fransa ve İspanya olmak üzere çeşitli bölgelerindeki kiliselerden toparlanmış orijinal parçalar! Avluların sütunları, sütun başlıkları, heykeller, tablolar, goblen halılar, mobilyalar, el yazmaları… Ortaçağ Avrupası’na dair ne varsa, bu müzede sergileniyor. 

Fort Tryon Parkı olarak adlandırılacak olan araziyi, John D. Rockefeller Jr. 1917 yılında satın alır. Central Park’ın mimarlarından olan Olmsted Kardeşler firmasını, burada da güzel bir park düzenlemeleri için tutar. 1935 yılında da parkı New York kentine bağışlar. Büyük ölçekli projenin devamı olarak, Rockefeller, Amerikalı heykeltraş ve koleksiyoner George Grey Barnard’ın daha önceki yıllarda bir araya getirip, Fort Washington’daki evinin yakınında sergilediği ortaçağ eserleri koleksiyonunu satın alır. Bu eserleri kendi koleksiyonu ile bir araya getirip, olduğu gibi Metropolitan Müzesi’ne bağışlar. İşte bu koleksiyon, bugünkü The Cloisters Müzesi’nin çekirdeğini oluşturmaktadır.

Rockefeller, hem parkın hem de müzenin inşası için gerekli olan maddi kaynağı sağlar ve ayrıca müzeden görülen manzaranın ileride bozulmaması için, Hudson nehrinin karşı kıyısında, New Jersey eyaletine ait geniş araziyi de olduğu gibi satın alır ve koruma altına aldırır. Bugün bu arazi Palisades Interstate Park olarak biliniyor. Dolayısıyla bugün siz The Cloisters Müzesi’nin dış avlularında gezinirken, gözünüze sadece Hudson nehrinin mavi suları ve karşı kıyının bakir manzaraları çarpıyor. Gerçekten bir an için kendinizi içinde yaşadığınız zamandan kopmuş ve ortaçağa düşmüş gibi hissediyorsunuz. İnsan New York gibi bir şehirde böylesine sakin köşeler bulunabileceğine inanamıyor doğrusu!

İnşaat hakkında bir iki not vereyim: Sant Miguel de Cuixa, Sant Guilhem dau Desert, Bonnefont-en-Comminges, Trie-en-Bigorra ve Froville manastırlarının parçaları, taş taş sökülüp, gemilere yüklenir. New York’a ulaşan bu parçalar, müzenin mimarı Charles Collens tarafından yapıya mükemmel şekilde entegre edilirler. Mimar Collens, yeni binalarla eski sanat eserlerini, tarihi sütunları, altarları, kapı ve pencereleri harmanlayarak eşi benzeri olmayan harika bir ortam yaratmayı başarır.  

The Cloisters’ın 15.000 kitaptan oluşan zengin kütüphanesi, Metropolitan Müzesi bünyesindeki onüç kütüpheneden biri olarak konu hakkında önemli bir kaynak sağlıyor. Ortaçağ Avrupası’na ait çalışmalar, araştırmalar, konferans notları, eski cam dialar, mikrofilmler, müze arşivleri ve hatta müzenin salonlarında sık sık düzenlenen klasik müzik konserlerinin kayıtlarını da bu kütüphanede bulabilirsiniz. 

The Cloisters’a gitmenin en kolay yolu metro ve otobüs kombinasyonudur. A hattıyla 190. Sokak durağında inip, oradan M4 otobüsüne atlayarak sadece bir durak gidiyorsunuz. Aslında hava güzelse yürümek en kolayı çünkü 10 dakika içinde müzenin bahçelerine ulaşıyorsunuz. Geri dönüş için ise ben her zaman müzenin tam kapısından kalkan M4’e biniyorum. Normalde hiçbir zaman uğramadığım yukarı mahallelerden geçe geçe, etrafı seyrede seyrede keyifli bir yolculukla şehrin merkezine iniyorsunuz. Trafik lambaları ve çok sık bulunan duraklar sebebiyle bu yol çok uzun sürse de, Manhattan’ın bu az gidilen yerlerini görmek için en iyi yöntem bu bence. 

Eğer yolunuz New York’a düşerse, kendinize bir iyilik yapın ve bu eşsiz müzeyi mutlaka programınıza dahil edin. 

Mutlu yıllar,

Yollarda görüşürüz…

 


Makaleleri
Oslo'nun Heykel Parkı
Sicilya Macerası
Sicilya'nın Manzaralı Köşesi Erice
Siracusa
Kopenhag' ın İmzası: Siyah Elmas
Arktik Norveç' e Kıyı Kıyı
Ateş ve Buzun Uzak Diyarı İzlanda -2-
Norveç' in Kuzey Kıyıları
Müzik Ve Kültür Şehri Leipzig
Kathmandu'nun Küçük Tibet'i BODHNATH
İnle Gölü
Central Park
Bergen
Cloisters
Ateş ve Buzun Uzak Diyarı İzlanda -1-
Agra' nın Sürprizi
Festivaller Diyarı Butan
Adı sık sık değişen ülke!
Brava Casa / Röportaj
Şvedagon
Himalayalar' in Ejder Kralligi: BHUTAN -2-
Doğu'nun büyülü kenti Kolkata!
Viyana Yeni Yıl Konseri'ni yerinde izledik
Sofya
Balkanlar Notları-2
Balkanlar Notları-1
Hindistan Dönüşü
Tibet' ten Kısa Kısa
Hırvatistan-Opatija Notları
Hırvatistan Gezisi Notları
Lima Notları
Hong Kong Notları
Münih ve Opera
Fiyord Postası
Bangkok Güzellemesi
Macchu Picchu Notları
Machu Picchu Treni Notları
Viyana ve Salzburg' da Müzik Dolu Günler
Hırvatistan
Dünyanın en tuhaf kenti La Paz
Neden Butan' a Gideriz?
Shwedagon
"İslomania" ve Benim Adalarım
Cusco' da Bir Gezgin
Işık ve Müziğin Dansı: Viyana & Salzburg
Her Ada Bir Dünya: Endonezya

Kişiye Özel Geziler

Size Özel Turlar

Hayalinizdeki geziyi sayfamızda bulamadınız mı?

Hayallerinizdeki Geziyi, Hayallerinizin Ötesinde Yaşayın!

Nasıl bir program istediğinizi söyleyin, size hayallerinizdeki geziyi tasarlayalım, siz dünyayı nasıl görmek isterseniz öyle bir rotayla; herkes için değil sizin tercihleriniz, sizin hayalleriniz, sizin maceranız için

Gemi Gezileri
Makaleler
Fest Travel
Fest Travel Instagram
Fest Travel Youtube
Fest Travel Twitter
Fest Travel Facebook
Çalışma Saatleri
Pazartesi - Cuma : 08.30 - 18.00

Mesai saatleri dışında bize ulaşmak için [email protected] adresimize yazabilir ya da 0 850 622 33 78 no’lu telefonu arayabilirsiniz.
Barbaros Bulvarı, Barbaros Apt. No.74 K.7 D. 18-19 PK.34349 Balmumcu, Beşiktaş-İstanbul / Türkiye

Tel: 0 850 622 33 78
Faks: 0 212 216 10 30
E-Posta: [email protected]