Herkesin bildiği şeyleri anlatıp, malumun ilanını yapmak istemem ama yılbaşında Viyana’da olmak, havanın dondurucu ayazına rağmen, gönlümüzü sımsıcak ısıttı. Nasıl mı? Devamında okuyacaklarınız, bunun kısa bir hikâyesi.
Yılın son günlerini sanat ve müzikle sarıp sarmalanarak geçirmek hayaliyle, Fest Travel’in organizasyonunda, Türkiye’den 30 kişi olarak yola çıktık. Niyetimiz hem şehrin seçkin sanat müzelerini gezmek, hem de yılbaşı akşamı, dünyanın en ünlü klasik müzik kurumlarından Viyana Filarmoni Orkestrası’nı Silvesterkonzert olarak bilinen Yılbaşı Konseri’nde izleyebilmekti. Aramızda bulunan bazı dostlarımız ise bir adım ileri gidip, 1 Ocak sabahı tüm dünya televizyonlarından naklen yayınlanan Yeni Yıl Konseri’nde bulunacaklardı. Heyecanlıydık…
Uçağımız Viyana’ya indiğinde, bizi açık ama oldukça soğuk bir hava karşıladı. Hava raporları önümüzdeki günlerin de benzer şekilde olacağını söylese de sonraki günler sandığımızdan daha yumuşak geçti. Noelin hediye heyecanı bitmiş olmasına rağmen vitrinler hâlâ ışıl ışıl, sokaklar hâlâ cıvıl cıvıldı. Tatili fırsat bilen binlerce Avrupalı, şehri dostane bir istilayla doldurmuş ve müzelerin girişlerinde uzun kuyruklar oluşturmuşlardı. Bu kuyruklara bizler de karıştık ve omuz omuza Klimt, Brueghel ve Vermeer gibi ustaların izini sürdük. Güzelce gezip dolaşırken, aslında hepimizin gönlündeki arslan, tabii ki Yılbaşı Konseri’ydi.
En sonunda beklenen an geldi çattı: Otobüsümüze binmeden önce, toplu bir fotoğraf çektirip, Viyana’nın ve dünyanın en ünlü konser mekanlarından Musikverein’ın, “Altın Salon” olarak da bilinen Büyük Salon’una doğru yola koyulduk.
Theophil Hansen’in ünlü Musikverein’ı
Eski şehrin surlarının bulunduğu bölgede, şimdinin moda tabiriyle, büyük bir “kentsel dönüşüm projesi” uygulamaya konulduğu sırada, artık işe yaramayan surlar yıkılmış ve ünlü Ring Caddesi ortaya çıkmıştı. Bu caddenin iki yanı, sıra sıra muhteşem binalarla donatıldı. İşte bu dönemde, 1863 yılında, İmparator I.Franz Joseph tarafından verilen arazi üzerinde yapımına başlanan Musikverein, devrin modasına uygun, neoklasik tarzda inşa edildi. Binanın mimarı olan Theophil Hansen, Ring Caddesi üzerinde aynı tarzda daha pek çok bina inşa etmiş olmasıyla tanınıyor. Hızlı sayılabilecek bir tempoyla inşası süren Musikverein, 6 Ocak 1870 tarihinde açıldı. Viyana’nın ileri gelenleri salona akın ettiler ve artık bu, yeni bir devrin başlangıcı oldu.
Büyük Salon, her yana hakim altın rengi, ihtişamlı tavan freskleri ve dikkat çekici heykelleri sebebiyle, ilk zamanlarda kimileri tarafından “bir konser salonu için fazlaca süslü” olduğu ve “İnsanı müziğe konsantre olmaktan alıkoyacağı” endişesiyle eleştirildiyse de, güzelliği, zenginliği ve özellikle de olağanüstü akustiği ile tüm müzik dostlarının kalbine kazındı. İçindeki her santimetrekarenin, her sütunun ve her girinti çıkıntının titizlikle hesaplandığını pek çok kaynaktan okuyoruz. 31 Aralık 2012 akşamı, aklımızın bir köşesinde bu bilgiler ve gönlümüzde konser heyecanıyla “Altın Salon”a girdiğimizde, 1870 yılındaki açılış konserinin havasını kokluyorduk adeta.
2013’e girerken Wagner ve Verdi’ye selam
Bu yıl için hazırlanan konser programına göz attığımızda, alıştığımız Strauss valsleri ve polkalarının yanı sıra, 2013’ün anlamını vurgulayan iki parça özellikle dikkat çekici geldi; müzikseverlerin bildiği gibi, 2013 yılı tüm dünyada, Wagner ve Verdi tutkunları için çok özel bir yıl olacak. 200. doğum yılları münasebetiyle, bu iki büyük bestecinin eserleri özel sunumlarla sahnelere, salonlara ve hatta binlerce yıllık arenalara taşınacak. Viyana Filarmoni Orkestrası da, tüm dünya tarafından izlenen Yılbaşı Konseri’nin programına bu iki bestecinin eserlerini alarak, 2013’e Wagner ve Verdi’nin damgasını vuracağını bir kez daha kanıtlamış oldu. Tarihsel bağlara baktığımızda ise, Strauss kardeşlerin Wagner’in müziğine olan hayranlıklarını ve Wagner’in oğul Johann Strauss’un eserlerinin bazılarını uyarladığını görüyoruz.
Benzer durum Verdi-Strauss ilişkisinde de görülebiliyor. Viyana ile Milano arasındaki müzikal bağlar tarih boyunca çok kuvvetli olmuştu. Pek çok müzisyen bu iki şehir arasında adeta mekik dokudu ve Giuseppe Verdi 1843-1852 yılları arasında pek çok kez Viyana’ya gelip, operalarını yönetti. Özellikle 12 Mayıs 1852 tarihli Rigoletto temsili, büyük bir başarı kazandı ve aynı yılın Temmuz ayındaki Volksgarten konserlerinde, oğul Strauss’un “Melodien Quadrille” serisine ilham verdi. Bir zamanlar Avusturya toprağı olan Dalmaçya kıyılarında doğup, İtalya topraklarında müzik eğitimi alan ve sonunda Viyana’ya demir atan Franz von Suppé’nin Hafif Süvari operetinin uvertürü, Gustav Mahler’in ardılı olarak Filarmoni konserlerini sürdüren oğul Josef Hellmesberger’in bir polkası ve dansın Mozart’ı olarak anılan Joseph Lanner’in Styria Dansları konser programına renk ve zenginlik katan diğer eserler oldular.
Welser-Möst’ün yumuşacık yorumu
Bu güzel konseri, Viyana’nın en önemli sanat kurumlarından Viyana Devlet Operası’nın başındaki isim, Franz Welser-Möst yönetti. 1950 yılında Linz’de dünyaya gelen Welser-Möst, hepimizin hatırladığı gibi, iki yıl önceki Yılbaşı Konseri’ni de yönetmişti. Tabii ki böyle dünyaca ünlü ve çok önemli mevkideki bir şefin yetkinliğini ölçüp biçecek konumda değilim; ama bana “nasıl yönetti?” diye sorsalar, “yumuşacık” diye cevap verirdim… Konserin son parçasında önündeki koca sandığı açıp, marifetlerini en iyi şekilde sergileyen orkestra üyelerini bir Noel Baba edasıyla, çaldıkları enstrümanları da hatırlatan hediyelerle ödüllendirmesi, bu yılki konserin hoş sürprizi oldu.
Gelenekselleşmiş olduğu üzere, konserin bis bölümünde Güzel Mavi Tuna’yı dinleyip ardından Radetzky Marşı’nda el çırparak orkestraya eşlik ederken, hepimizin gönlünde, bir hayali gerçekleştirmiş olabilmenin mutluluğu vardı. Bir yılı bu şekilde bitirip, yenisine adım atmak umutlarımızı tazeledi ve bu hayali gerçekleştirmemizi mümkün kılan Fest Travel’a teşekkür ettik.
Ne diyelim? Hepimizin tüm hayallerinin gerçek olacağı güzel bir yıl olsun…