Soğuk, asık suratlı ve karamsar olarak hayal ettiğim Sofya’ya, ilk kez Üsküp üzerinden karayoluyla geldiğimde, ilk gördüğüm şeyler sosyalist yaşam tarzını yansıtan ciddi görünümlü sarı apartman blokları, ağır ağır geçen eski tramvaylar ve düşünceli ifadeli insanlar olmuştu. Her yerde sadece kiril alfabesi kullanıldığı için yazılan hiçbir şeyi anlamıyor olmaktan biraz yabancılık çekmiştim en başta ama yolumu bulabilmek için ufak tefek bildik kelimelerin içindeki harfleri çıkartıp, diğer yazılanları da az buçuk anlar hale gelince, bir anda kanım kaynamıştı şehre. Sonra yemyeşil parkları ve geniş bulvarları iyice cezbetmişti beni. “Bir şehri tanımanın en iyi yolu yürümektir” denir ya, işte ben de yürüdükçe alışmış ve benimsemiştim şehri. Önyargılı davrandığım için de kızmıştım kendime. Daha sonraları da değişik sebeplerle yolum düştü Sofya’ya ve her seferinde de birçok sürprizle karşılaştım.
Tarihine uzanacak olursak, Sofya, günümüzden yaklaşık 3000 yıl önce, bir Trakya kavmi olan Serdiler tarafından 550 m. rakımda verimli bir düzlükte kurulmuş ve 9. yüzyıla dek Serdica adıyla anılmış. Eskinin askeri ve ticari yollarının kesiştiği bir noktada bulunduğu için, Roma döneminden itibaren önemli bir yönetim merkezi olarak görülmüş. Sofya’nın altın devri, İmparator Kostantin zamanında, M.S 4. yüzyılda yaşanmış ve o tarihlerde şehir, Hristiyanlığın erken dönem merkezlerinden biri olarak öne çıkmış. 1382’den 1878’e dek Osmanlı toprağı olmuş Sofya’da,o döneme ait pek fazla eser görülmese de, kentin tam merkezinde yer alan Banyabaşı Camii ile günümüzde Milli Arkeoloji Müzesi’ne ev sahipliği yapan Büyük Cami, beşyüz yıllık Osmanlı devrini hatırlatmaya yetiyor.
İkinci Dünya Savaşı’nda ağır bombardıman altında kalan Sofya’da, 3000 bina tamamen yıkılmış ve 9000’i de kullanılmayacak derecede zarar görmüş. Savaş bittiğinde Rus askerleri tarafından alınan şehir, böylece Doğu Bloku’na girivermiş . Sosyalist dönemde hızlı bir sanayileşme süreci geçiren Sofya’da yeni fabrikalar kurulmuş ve kırsal kesimden, iş bulma umuduyla şehrin banliyölerine akan binlerce insan için, büyük apartman blokları inşa edilmiş. Her ne kadar 1989’da Komünizm defteri kapandıysa da, Sofya’nın merkezi, bugün hala, Neo-Klasik Stalinist mimarinin çarpıcı örnekleriyle dolu. Karşılarında insan kendisini küçücük hissediyor ve görkemlerinden etkilenmemek mümkün değil. Asırlık ağaçlarla dolu parklar ve bulvarlar, bu ağır havayı yumuşatırken, 19. yüzyılda Rus ve Viyana’lı mimarlar tarafından inşa edilmiş balkonlu evler, zarif konutlar ve işlemeli cepheler, şehrin insancıl ve uzun zamandır saklı kalmış neşeli yönünü gözler önüne seriyorlar.
Bugün Sofya, hareketli, kabuğundan henüz çıkmış, uçmaya hazırlanan bir kelebeğe benziyor. Demir Perde’nin tüm haşmetiyle yerinde durduğu o Soğuk Savaş döneminin karanlık ve ıssız caddelerinde, bugün parlak neonlar, lüks oteller, rezervasyonunuz yoksa asla yer bulamayacağınız şık restoranlar, ışıltılı vitrinler, güzel ve bakımlı kadınlar göze çarpıyor. Bu söylediklerimi Sofya’nın geneline yaymak tabii ki mümkün değil ama dünyanın en pahalı 22. caddesi olarak sıralamada en üstlere oynayan Vitosha Caddesi ya da Sofyalılar’ın deyimiyle “Vitoshka”, şehrin merkezini boydan boya kesip, modern ve lüks havasıyla insanı şaşkına çeviriyor. Modanın ünlü isimleri, bu caddede birbiri ardına boy göstermeye başlamışlar bile. Yeter ki paranız olsun!
Caddenin adını aldığı Vitosha Dağı, şehrin sırtını yasladığı bir dev gibi yükseliyor arkada. En yüksek zirvesi 2290 m.ye ulaşan dağ, kış mevsiminde kayak sporuna gönül verenleri memnun ederken, şimdilerde sıradışılık peşindeki, paparazzilerden sıkılmış Avrupa jet-setinden ünlü simaları da ağırlar oldu. Dağın eteklerinde yer alan Doğu Avrupa ortaçağ eserlerinin en iyi örneklerinden Boyana Kilisesi, içindeki mükemmel freskoları sayesinde, UNESCO tarafından 1979’da Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmış.
Şehrin karakterinin en iyi yansıdığı yer bence sokaklarıdır. Sofya’nın sakinleri açıkhava kahvelerinde buluşup, koyu sohbet eşliğinde zamanı unuturlar. Geniş çarşılarında turşudan, Bulgaristan’ın meşhur süt ürünlerine kadar herşeyi bulmak mümkündür. Çingeneler kentin köşelerinde, gelen geçene rengarenk çiçekler satmak için bin türlü şaka ve numaraya başvururlar. Elleri kolları alışveriş torbalarıyla dolu insanlar, kentin her köşesine vızır vızır işleyen tramvaylara binmek için kuyruklarda beklerken, sokak müzisyenleri, tanıdık, eğlenceli müzik parçalarıyla, herkesi neşelendirirler. Şehrin gölgeli parklarında, çekişmeli satranç karşılaşmaları yapılır. Dediklerine göre kimi önemli oyuncular arasındaki karşılaşmalar bazen günlerce sürermiş ve bu maçları izlemek için etrafta toplananlar da, yağmur kar demeden, her gün, hiç üşenmeden izlemeye gelirlermiş.
Sofya’da yürümek çok keyifli ve sürprizlidir. İnsanı şaşırtır şehir...Mesela, içindeki 12-14 yüzyıl freskoları ile ünlü Aziz Gregorius Kilisesi, bugün Sheraton oteline ait bir avlunun ortasında, hiç beklenmedik bir anda çıkıverir insanın karşısına. Metroya indiğinizde, Roma dönemine ait sur kalıntıları ile karşılaşır, antik Roma yolunun üzerinden geçersiniz. Bir erken dönem 6. yüzyıl Bizans kilisesi olan Sveti Sofia, bugün şehrin prestijli nikah töreni mekanlarından biri olarak kabul ediliyor. Hemen yanıbaşında yer alan görkemli Alexander Nevski Katedrali’nin 45 m. yüksekliğe ulaşan altın kaplı kubbesi, kentin sembollerinden biridir. 20. yüzyılın ilk yıllarında, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda ölen 200.000 Rus askerinin hatırasına inşa edilen katedral, Ortodoks inancının en büyük ibadethanelerinden sayılır.
Sofya’nın kültür hayatı da çok hareketlidir. 500 metrelik bir hat üstünde 9 tiyarto ve opera salonunu görüp de kıskanmamak elde değildir. Ülkenin en büyük kültür sanat kavşağı olan Ulusal Kültür Sarayı, içindeki 13 sergi ve gösteri salonuyla 2005 yılında Avrupa’nın en iyi kültür kompleksi ünvanını almış. Ivan Vazov Ulusal Tiyatrosu, Sofia Devlet Opera ve Balesi, Bulgaristan Devlet Senfoni Orkestrası, 1991’de kurulan Sofia Yeni Senfoni Orkestrası birbiri ardına verdikleri temsiller ve uluslararası sanatçılarla ürettikleri ortak projelerle, dünyadaki saygın yerlerini koruyorlar. Bilet fiyatları da, her kesimden izleyiciye ulaşabilmek için, inanılmayacak derecede ucuz tutuluyor. Bütün bu kültürel zenginlik, kentin adının anlamını pekiştiriyor gibi: Sofia, Kutsal Bilgelik...
İşte, Sofya’ya yolunuz düştüğünde sizi de kente bağlayacak olan o anlatılamaz his, binlerce yıllık tarihinin ışığıyla sizi sarmalayan bu kutsal bilgeliktir.