Varanasi
01 Ekim 2025 - Faruk PekinVaranasi, Hindistan’ın en kutsal yerlerinden biri, başlangıcı ve sonu olmayan. Müslümanların biçimlendirdiği ve İngilizlerin kullandığı adı Benares, en eski ismiyle Kaşi, yani “ışığın kenti”. Hinduizmin üç önemli nehir tanrıçasından biri olan Himalaya’nın kızı Ganga’nın yani Ganj’ın kenarında kurulu. Adını Ganj’a karışan Varuna ve Assi adlı iki ırmağın bileşkesinden alıyor. Her daim Hinduizmin günümüzdeki üç önemli tanrısından (diğerleri Brahma ve Vişnu) biri olan kötülükleri yok edici tanrı Şiva’nın kenti. Şiva bu kenti eşi Parvati için oluşturmuş, orada oturmuş. Şehirdeki iki bin dolayındaki tapınağın neredeyse tamamı ona, onun görünümlerine, eşine, eşinin görünümlerine, çocuklarından Ganeş’e (ya da Ganeşa’ya) ait.
Her ne kadar Hinduizmin gelişimi açısından Hindistan’da sekiz dinsel merkeze vurgu yapılsa bile, günümüzde bir Hindu için en kutsal olan, yaşamda bir kez olsun Varanasi’de Ganj suyunda aklanmak, karma’sını yüceltmek, ince belli çalışkan karınca gibi. Ya da sonsuz ölüm ya da yeniden doğum (reenkarnasyon) döngüsü samsara’dan kurtulmak. Olabilirse orada yakılmak. Daha da iyisi hatta Ganj’ın gat’larında (nehir kıyısındaki eğimler ki, Varanasi’de en kutsal yerlerde bu gatlar artık merdivenli) ölmeye yatmak. Orada ayaklarınız Ganj suyunda iken son nefesinizi veriyorsanız, orada yakılıyorsanız ve külleriniz Ganj’a serpiliyorsa eğer, mutlu olmanız gerekiyor kedersiz bir akşam yıldızı gibi.
Bu bir anlamda Hinduizm’deki kurtuluş yani mokşa oluyor. Bir daha başka bir kılıfta ruhunuz dünyaya gelmiyor, ölüm-genedoğum kısırdöngüsünden kurtuluyorsunuz. Bu anlamda Varanasi, kurtuluşun, yani ışığın kenti.
Varanasi’nin tarihini yazanlara bakarsak, kent en az Roma ya da Bizantium yani İstanbul kadar eski. Kimilerine göre tarihten de önce varmış. Mark Twain, Following the Equator (1896) adlı kitabında “Benares tarihten, gelenekten, hatta destandan da eskidir. Onların toplam yaşından iki misli daha yaşlıdır,” diye yazar. Eskiliği konusundaki tartışmalara girmeyeceğim ama bir şeyi çok iyi biliyorum: bir gün dünya yok olursa, yok olacağı son ana kadar dünyada değişmeden kalacak Varanasi’nin o eski kent dokusu olacaktır. Hiçbir güç, modernizm, globalizm vesaire o dokuyu değiştiremeyecektir. Tarih, Hindu gelenekleri orada donmuştur, sonsuza kadar sürecek gibi. Dünyada değişmezliği tatmak istiyorsanız Varanasi’ye gitmeniz gerek.
Kaç kez Varanasi’ye gittim, hatırlamıyorum. Belki 35, belki 40 kez. Sokaklardaki dilencilerle, satıcılarla, o güzelim Cüzam Hastanesi’nden kaçıp dilenen cüzamlılarla birlikte yaşlandım. Laf aramızda bu cüzamlılardan hastalık falan bulaşmaz. Onlar bana Çaça der, göz kırparlar, ben de onlara benim Varanasi gezginlerime bulaşmayın dercesine başparmağımı sallarım. Bu oyun yıllardır sürüp gider.
Varanasi’nin kutsallığı yalnızca tanrı Şiva’nın bu kentte oturmuş olmasından ya da Himalayalar’da oturduğu yerden fışkırıp Şiva’nın uzun gür saçları gibi aşağı inen Ganj’ın Varanasi’deki seyrinden kaynaklanmaz. Varanasi aynı zamanda Budizmin bir köşetaşıdır.
Bugün dünyanın en önemli dinsel inançlarından ya da yaşam felsefelerinden biri olan Budizmi kuran Sidarta Gotama’nın yani Buda’nın yaşamında dört önemli nokta vardır. Eskiden Hindistan sınırları içinde yer alan ancak bugün Nepal-Hindistan sınırına yakın bir yerde, Nepal’de bulunan Lumbini’de doğar; bugün Hindistan sınırları içinde bulunan Bodgaya’da aydınlanır, nirvana’ya ulaşır (yani bir bilen kişi, Buda olur); Ceylan Parkı’nda ilk vaazını verir; Kuşinagara’da ölmeye yatar, yani paranirvana’ya ulaşır.
İşte Buda’nın ilk vaazını verdiği ya da gerçeğin çarkını döndürdüğü Sarnat Ceylan Parkı, Varanasi kentinin bir dış mahallesinde yer alır. Dahası İÖ 6. yüzyılda Hinduizme karşı tepki olarak ortaya çıkan Budizmin en önemli dinsel merkezi Sarnat’ta, Budizmle aynı yüzyılda ama Budizmden kısa bir süre önce ortaya çıkan dinsel muhalefet hareketini temsil eden Caynacılar 11. tirtankara’larına (peygamberleri gibi) ait bir tapınak dikmişlerdir.
Kısacası, aynı kentte Hinduizm, Budizm ve Caynacılık buluşur. Bu Hindistan ya da Asya için dinler, daha doğrusu inançlar ya da yaşam felsefeleri açısından olağanüstü bir buluşmadır. Varanasi’nin tarihselliği, derinliği, gücü, ışığı buradan kaynaklanır.
Varanasi ya da Kaşi adlı bu ışık kentinde, hiçbir gezimde aynı ışığı, aynı heyecanı, aynı duyguyu yaşamadım. Her zaman farklı, her zaman şaşırtıcı. Ama hangi inançtan olursanız olun her daim sizi alıp götüren sorgusuz sualsiz, sizi daha derine yuvarlayan, yaşamımızın en temel sorularını yerle bir eden, sarsan, sarstığı kadar düşündüren, sizi sizle baş başa bırakan bir ışık ortamı. Bu ancak orada yaşanabilen bir deneydir. Özü ıskalayan bazıları Varanasi “pis” derler. Oysa bir kavram olarak pislik bizim kafamızda.
Bir depremdir Varanasi ya da bir kıpkırmızı volkan. Yüreğinin çantası gibi iner akşam Ganj’a, kızıl bir bayrak gibi yükselir güneş orada, sabahın ilk serinliğinde.
İster şuna, ister buna inan, kıvıl kıvıl bir bayram yeridir her sabah Ganj’ın kıyısı Varanasi’de. Hinduların takvim günlerine göre onlarca, yüzlerce, binlerce, festivalinde milyonlarca insan aklanmak için dalar Ganj’a Varanasi’de.
Gördüm bir keresinde soyunup dalarken Ganj’a Varanasi Ticaret Odası mensuplarını, Hindu, Caynacı, Sikh ve de Müslüman. Tanıyorum artık Hinduların çıplak vücutlarındaki iplik bantları, belirlenmiş kastlara göre. Tanrıça Ganga katında bile sürüyor, Brahminlerin belirlemiş olduğu sınıf farkları…
Ama ne olursa olsun sürüyor Ganj’ın gizemi. Bir yanda Ganj’a bırakılan yapraklar üzerinde kandil, yani ışık, biraz günahlarımız, biraz umut. Bırak gitsin günahlarını o Himalayalar’ın en katıksız suyuna. Alıp götürsün seni ebediliğin pınarına.
Sabahın ilk ışıklarında unutuyorum bir an için Benerci’yi. O anda benzetirsem Şairin dizelerine “ne dünya sorunları, ne cennet-cehennem; Güneş, Ganj ve ben, bahtiyarım”.
Yıllar önce gittiğim Varanasi’de iki konu beni çok şaşırtmıştı. Birincisi yerlere kırmızı kırmızı tüküren insanlar. İlk anda “bu zayıf insanlar yoksa veremli mi”, diye düşünmüştüm. Ama sonra Hindistan’ın en önemli günlük pratiklerinden biri olan pan’ı öğrendim. Pan (paan), palmiyegillerden arek (areco) ağacının fındık benzeri meyvesinin dilimlenmişi (bazen Hint helvası otuyla) ile kireçli bir maddenin bir arada betel adlı ağacın yaprağı içine konarak muska böreği gibi sarılmasından oluşuyor. Bir çiğneme alışkanlığı; Yemen’deki kat, And Dağları’ndaki koka gibi.
Pana bazen Hindistan cevizi, nane, tütün parçaları, kakule ekleniyor. Pan ağızda tükürük suyu ile kimyasal bileşime girerek bir kırmızı salgıya dönüşüyor. Çiğnenmiş parçalar eriyip kırmızı olduğunda sokağa tükürülüyor. Bu nedenle sokaklar kırmızı izlerle dolu. Hintliler panın hazmettirici, boğazı temizleyici, hatta afrodisyak olduğunu savunuyorlar. Çağdaş tıpta ise ağız kanseri yapıcısı olduğu tartışılıyor.
Pan geçmişi antik çağlara kadar giden toplumsal bir olgu. Çok sayıda seyyar satıcı, dükkan Varanasi’de pan satıyor. Görünüşüne, hamuruna ve kokusuna göre bir düzine ayrı biçimi ve ayrı markaları var; Magay, Bangla, Mita, Mahaba, Kapuri ve ille Benarasi.
Beni sarsan ikinci konu bhang oldu, bir haşhaş türevi. Narkotik Büro’nun resmi izin verdiği dükkanlarda satılıyor. İsterseniz kurabiyeli, isterseniz yoğurtlu ya da dondurmalı.
Varanasi’nin bir diğer özelliği üç tekerlekli bisikletler (rickshaw). Daracık Varanasi sokaklarında hacıların kullandığı rakipsiz araç. Bunların sayısı yaklaşık 50 bin. Bunlara en fazla iki yetişkin insan binebilir. Ama ben sabah okul servislerinde sekiz-on öğrencinin bindiğini çok gördüm. Binince bir ayağınızı bisikletin sele arkasına dayayacaksınız ve oturduğunuz yerin kenarını da sıkıca tutacaksınız. Genelde Hindistan’ın, özelde Varanasi’nin o kaotik trafiğinde başka bir güvenceniz yok.
Bu trafikte bir keresinde bir FEST TRAVEL grubuyla gezerken ön camdan bir olay yaşadım. Trafik birden durunca sekiz öğrenci taşıyan bir rickshaw’u süren sıska Hindu sürücünün (rickshaw wallah) gücü önündeki araca çarpmadan durmasına yetmedi. Sürücü öndeki bir zenginin siyah Mercedes’ine vurdu. Bir an düşünün, bir başka ülkede, örneğin Türkiye’de ne olur? Mercedes’in sahibi aşağıya indi. Ben müthiş bir kavga bekliyorum. Mercedes sahibi bir arabasına, bir sürücüye baktı. Sürücü boynunu büktü, özür diledi. Mercedes sahibi arabasına bir daha baktı, otomobiline girdi, yol açılınca otomobilini sürdü. Hindistan işte bu; uzlaşma ya da hoşgörü.
Varanasi aynı zamanda bilginin kenti. Bu kentteki Sanskrit Üniversitesi’nde hâlâ panditler (üstad/hoca) Sanskritçe öğretmeye çabalıyorlar. Astroloji ve ayurveda tüm kente egemen. Panditler ya da genelde Hindistan’daki birinci kastını oluşturan brahminler yani din adamları, rahipler Varanasi’ye gelen hacılara yol-yordam öğretiyorlar. Birçoğu gelen hacıları merkezi garajda bekliyor. Onlara otel, lokanta sağlıyor, kent içinde rehberliklerini yapıyor, para karşılığı bir seyahat acentesi gibi turistik hizmet sunuyor. Bazıları ise Ganj kıyısındaki bambu şemsiyeler altında oturur ve özellikle dışarıdan gelenlerin tanrıça Ganj’a dualarında yardımcı olur. Yer yer dünyadan, dünyanın nimetlerinden elini ayağını çekmiş ermiş kişiler, sadular görülür.
Ganj kıyısına isteyenler topluca, isteyenler tek tek geliyor. Kimi Ganj kıyısında yoga pozisyonunda ya da ayakta meditasyon yapıyor. Bazıları doğrudan suya giriyor. Erkekler yalnızca apış aralarını örten bir bezle ya da ayaklarına sardığı kumaşla, kadınlar sarileri ile. Erkeklerin çoğunda (yalnızca ilk üç kastın elemanlarında) boyunlarından bellerine doğru serbest askılı kutsal ipler görülür. Nehre giren mutlaka iki avucuna Ganj suyunu alır ve doğuya doğru, doğacak ya da doğmakta olan güneşe doğru bir sunu biçiminde avuçlarındaki suyu boşaltır. Bu güneşe (tanrı Surya) tapma değil, her şeye saygı ifadesidir. Bunları yaparken de Sanskritçe mantralar (kutsal sözler) mırıldanır. Sonra kuru elbiselerini giyinirler ve genellikle yanlarında getirdikleri bir maşrapaya Ganj suyu doldurup dönüşe geçerler.
Bazıları grup halinde karanlıkta Ganj’a gelir, bir tekneye biner. Davul, simbal ile çiçek, tütsü, sandal ağacı, süt ile nehre tapkısını dile getirir yüksek sesle okunan mantralarla.
Bir gezgin giderse Varanasi’ye ona şunları öğütlerim: Öncelikle güneşin doğmasından bir saat kadar önce gelmesi gerekir Varanasi’de Ganj’ın bir köşesine. En iyisi bir tekne ile önce yol almak güneye doğru sabahın ilk ışıklarında. Yavaş yavaş mantralar yükselirken Ganj kıyısındaki onlarca Şiva tapınağından, şaşırırsınız o inançlı Hind insanına.
Başlangıç yeri hep Daşaşvameda Gat’ı, yani vedalar geleneğindeki on at kurban yeri. Oradan güneye doğru giderken göreceğiniz önce kadınların tercih ettiği ve çiçek hastalığı tanrıçasına adanan Şitala Gatı gelir, ardından Müslümanların kullandığı Munşi Gat ve güzelim mihrace konakları. Sonra çamaşırcıların (dobi wallah) gatı Rana Gat gelir. Kiminin suya girdiği, suyunu içtiği, dişini fırçaladığı kutsal nehir Ganj’da çamaşırcılar deterjanla birlikte çamaşırları taşa vura vura yıkarlar. Ancak korkmamak gerek, sülfür oranı yüksek Ganj suyu herşeyi temizler.
Ardından nehrin güney kısmında ölü yakmanın kutsal yerlerinden Harişçandra Gat gelir. Tapınmadaki özverisi ve yalan söylememesi ile ünlü bir kralın adını alan bu gat odun yığınları ile bellidir. İster buradan, zamanınıza bağlı olarak isterseniz daha aşağıdaki Asi Gat’tan geri dönebilirsiniz.
Başladığınız yer olan Daşaşvameda Gat’ın yanında Amber maharacasına ait saray yer alır. Sonra da ölü yakıcıların sarayı gelir (kaplan heykelli Dom Raca Evi). İlginçtir Hindu inancında en önemli konu olan ölü yakma işlemi, “kirli bir iş” kabul edilerek dört kastın dışında kalan dokunulmazlara (Gandi’nin deyişiyle haricinler, günümüzde kullanılan terimiyle dalitler) bırakılmıştır ve bu işi yapanlardan bir aile öyle zengin olmuş ki, maharaca saraylarının yer aldığı Ganj kordon boyunda saraya sahip olmuş. Sonra Lalita Gat’taki bir Nepal pagodasını görürsünüz. Ardından tüm Varanasi’deki en popüler ölü yakma yeri olan Manikarnika Gat gelir. Oraya yaklaşırken de fotoğraf yasağı. Burası babası damadı tanrı Şiva’ya hakaret ettiği için kendini yakan Sati’nin (ki sati geleneği buradan kaynaklanır) yanmış vücudunu Şiva taşırken Sati’nin küpesini düşürdüğü yerdir.
Günün 24 saati Hindular burada yakılır. Peki, her Hindu yakılır mı ya da soruyu tersten sorarsak kimler yakılmaz? Hindu inancına göre dört önemli yaşamın son evresinde olup toplumdan kaçarak yaşayan ermiş kişiler, hamile iken ölen kadınlar, beş yaşından küçük olan çocuklar, çiçek hastalığı ya da yılan sokması ile ölenler. Bunlar olabilirse Ganj’a gömülür yani vücutları bir taşa bağlanarak Ganj’a atılır.
Peki, yakma nasıl gerçekleşiyor? Yetişkin bir insan için yaklaşık 300 kg odun gerekiyor. Eskiden bu iş için güzel kokulu sandal ağacı kullanılırmış. Günümüzde sandal ağacı artık nadir bitkiler arasında. Ölü, bambu ağaçlarından merdiven biçimindeki bir taşıyıcı ile ölü yakma yerine getirilir. Önce yere konur. Bu arada ölenin en büyük erkek çocuğu (ya da en yakın erkek çocuk, ki bu durum Hindu toplumunda erkek egemenliğinin bir vurgusudur) beyaz giysiler içinde ölü yakma mahallesine gelir. Saçlarını kazıttırır. Ölünün giysileri içinde üzerine konduğu odun yığını etrafında yedi kere döner. Tutuşturucu olarak olabilirse en halis tereyağı (ghi) kullanılır. Ölü yakma yerinde sürekli yanan ateşten bir parça ile odun yığını ateşe verilir. Yanma 3-4 saat sürer. Yanma bittiğinde erkek çocuk bir maşrapa ile kutsal Ganj suyunu omuzları üstünden küllere fırlatır ve arkasına bakmadan gider. Otuz gün boyunca yalnızca kendinin hazırlayacağı yemekleri yiyebilir. Bu matem dönemini bazıları bir yıla uzatır.
Bir Varanasi gezisinin üç ana öğesi vardır: Sarnat Budacı dinsel merkezi, Ganj kıyısı ve eski Varanasi’nin daracık sokakları.
Sarnat dinsel merkezinde ünlü Darmeka Stupası, Kral Aşoka’nın sütun kalıntıları, 1931 tarihli Gandakuti Vihara’da Japon ressam Kosetsu Nosu’nun bir fotoroman gibi Buda’nın yaşam öyküsünü betimlediği duvar resimleri ile Müze’de şu anda Hindistan’ın en önemli simgesi olan Aşoka sütun başlığı ve dünyanın en mükemmel dingin ifadesine sahip yüksek kabartma Buda heykeli görülebilir.
Varanasi’nin Ganj kıyısı kadar şaşırtıcı olan, şok etkisi yaratan bölümü ise eski Varanasi’nin sokaklarıdır. Sağlı sollu ufacık dükkânların (kârhanelerin), seyyar satıcıların ve irili ufaklı tapınakların yer aldığı o daracık sokaklarda yerdeki inek pisliklerine basmamaya çalışarak ya da sizi duvarlara yapıştıran özgür ineklerden sakınarak yürümek başlı başına bir dünya macerasıdır.
Bu gezinti sırasında ulaşacağınız Vişvanata Tapınağı, Varanasi’nin merkezidir. Tüm ırklara, dinlere, dillere hoşgörüsü ile tanınan, Hindistan tarihinin en önemli kişilerinden Ekber’in büyük torunu Orengzib ya da Evrenzeb (Tac Mahal’i yaptıran Şah Cihan’ın oğlu olup babasını sekiz yıl Agra Kalesi’nde hapsetmiştir) büyük dedesinin tersine Müslüman olmayanlara baskı yapmış, cizye vergisi koymuş, Benares’in adını Muhammedabad olarak değiştirmiş ve Hinduların Varanasi’deki en önemli tapınağını yıktırıp onun yerine cami yaptırmış.
Hindular da 1777’de bu cami yanına bir Şiva tapınağı yaptırmışlar, tapınağın sivri kubbesini Müslümanlara karşı olan Sikhlerden Pencab Aslanı Rancit Sing kilolarca altınla kaplatmış. Bu nedenle yapı Altın Tapınak olarak da biliniyor. Varanasi’deki tüm tapınaklar gibi Vişvanata’ya Hindu olmayanlar alınmıyor. Son 10 yıl içindeki Hindu-Müslüman çatışmaları nedeniyle bugün Hint askerlerince kordon altına alınan Altın Tapınak çevresine turistler ancak fotoğraf, film makineleriyle cep telefonlarını bir yere bıraktıktan sonra girebiliyor.
Festivaller sırasında milyonlarca Hintlinin ziyaret ettiği Varanasi, yalnızca bir tapınaklar kenti değil, aynı zamanda çömleği, ahşap oyuncakları, geleneksel resimleri, özel yemekleri, ama en önemlisi Müslüman Varanasililerin tekelindeki ipeği ile ünlü bir renkler cümbüşüdür. Bir fantezi, bir zaman-ötesidir.
Hiçbir gezgin, Varanasi’yi görmeden, dünyanın bir yerini gördüm diyemez…
