• Tahran - Meşhed - Şiraz arası ekonomi sınıf uçak bileti ve bu biletlerin tüm alan vergileri, İran iç hat bilet işlem bedelleri,
• 4 ve 5 yıldızlı mevcut en iyi otellerde 10 gece konaklama,
• 10 öğle yemeği,
• 10 akşam yemeği,
• Tüm transferler,
• Kutsal yerlerde giyilecek “özel çador giysisi” (başın üstünden omuzlarına konik bir şekilde dökülerek, eteklerine doğru yelpaze gibi açılan ince bir örtü),
• Özel araç ile ulaşım,
• Tüm müze ve ören yeri girişleri,
• Yerel rehberlik hizmeti ve FEST Travel uzman rehberlik hizmeti,
• Tüm bahşişler (gezi rehberine, yerel rehberlere ve gezi şoförüne bahşiş toplanmıyor),
• Yurtdışı çıkış harcı (₺ 150),
• 70 yaşa kadar İptal ve sağlık teminatlı Yurtdışı Seyahat Sağlık Sigortası,
• Karbon Ayak İzi (KAİ) Ormanı Projesi için sizin adınıza yapılacak bağış,
• KDV.
• Türk Hava Yolları’yla İstanbul - Tahran - İstanbul arası uçak bileti, havalimanı vergi ve harçları,
• Fiyata dahil olan yemekler sırasında alınan içecekler,
• Kişisel harcamalar,
• Fazla bagaj ücreti,
• 70 yaş üstü İptal ve Sağlık Teminatlı Yurtdışı Seyahat Sağlık Sigortası (65 USD).
• İki kişilik odada kalmak isteyip de bir kişi olarak rezervasyon yaptıran misafirlerimizin yanına geziye 60 gün kala bir oda arkadaşı bulunamadığı takdirde bu misafirlerin tek kişi farkını ödemek ya da geziyi iptal etmek zorunda kalacaklarını üzülerek bildiririz.
• Her otelde üç kişilik (triple) oda konaklaması söz konusu değildir. Bu seçeneği sunan otellerdeyse genelde standart iki kişilik (double/twin) odalar, bir yatak eklenerek üç kişilik odaya dönüştürülmektedir. Üç kişilik odada konaklamalarda üçüncü yatak standart olmayıp açılır-kapanır portatif yatak ya da çekyat şeklinde olabilmektedir. Bu konaklama tipini tercih eden misafirlerimizin satış bölümümüzle görüşmelerini rica ederiz.
9 Nisan 2010 günü başlayan İran gezimizden dün döndük.
Bize bu unutulmaz geziyi yaşatan Fest'e ve özellikle Mustafa Kesim Bey'e sonsuz teşekkürler....
Jülide Altunmaral
Yeni döndüğüm İran gezisinden hemen sonra bu satırları yazmak istedim, masal gibi bir geziydi, hiç bitmesin istedim. İran gerçekten çok güzel tabii ki sayın Mustafa Kesim Bey'in bilgi dolu güzel anlatımıyla daha da güzelleşiyor gözünüzde...
Tüm FEST ekibine özellıkle değerli tur liderımız Mustafa beye çok çok teşekkürler...
İçinizde İran gezisi yapmak niyetinde olanlarınız varsa ve bu yazımı okuyorsanız lutfen İsfahan da seesapol köprüsünde aksam bir çay için insana huzur ve mutluluk veren bır görüntüsü var. Şimdi orada olmak isterdim...
FEST'le başka güzel geziler yapmak umuduyla... Sevgilerimle
Semra Naibi
Atatürk havalimanından bizi Meşhed’e götürecek uçağa bindiğimde biraz heyecanlı, biraz endişeli idim. Dile kolay, 6000 yıllık bir tarihin o muhteşem izlerini görmeye gidiyordum. Anadolu’nun, Mezopotamya’nın da daha doğusuna, Perslerin, Sasanilerin, Ahamenişler, Araplar, Türkler ve Moğolların peşlerine takılıp gidiyordum. İkincisi; kadın olarak, bu ülkeye gidiyor olmaktan tedirgindim. Hayır, saçlarımı örtme, edepli giyinme zorunluluğu değildi bu tedirginlik. Ama, ne giyeceğim, baş örtümü düşürmeden sırt çantamı ve fotoğraf makinemi nasıl idare edeceğim korkusu içimi kemiriyordu. Saçım göründü diye Pasadaran beni tutuklar mıydı, İran’da da “kapalılar” ve açıklar kol kola gezse ne olurdu?
Kafam bu düşüncelerle dolu, 3 saat 45dk. süren gece uçuşundan sonra Horasan eyaletinin başkenti Meşhed’e geldik. İki gece kalacağımız Homa (Hüma kuşu) adlı otele yerleştik. İran’ın kutsal sayılan kentlerinden biri olan Meşhed (1.si Kum kenti) İ.S. 818e kadar önemsiz bir kasaba iken, bu tarihte Şiilerin 8. İmamı burada bir suikasta kurban gidince, o zamana kadar Sadabad olan ismi Maşhad=Meşhed (Şehitler mertebesi) adını alır. 1380li yıllarda Moğol hükümdarı Nİranşah gelir, buraları yerle bir eder. İnsanlar da Tus kentinden kalkıp buralara yerleşir, türbenin etrafında toplanmaya başlarlar.
Meşhed sokaklarında otobüsle gezerken korkularımın yersiz olduğunu anladım. Kadınlar bazen dize kadar, bazen dizin altında, uzun ve bol giysiler giyiyorlar, başlarını öyle sımsıkı değil ama mutlaka siyah bir örtüyle örtüyorlardı. Bence giyim şekli değil, tercih edilen rengin siyah oluşuydu onları tekdüze kılan. Sonraları, büyük şehirlerde, (Tahran, Isfahan, Şiraz) özellikle genç kızların bu giyim şekliyle dahi şık ve gösterişli olabildiklerini fark edecektim. Bluejean, üzerine pardösü, onun da üzerine giyilen kısa ve dar bluejean montlarla, Adidas, Converse spor ayakkabılarla, abartılı göz makyajı ve örtülerinin kenarından fışkırmış perçemleriyle, -size garip gelebilir ama- oldukça albeniliydiler. Bu hanım kızların burun estetiğine olan düşkünlükleri de gözden kaçacak gibi değil. Türkiye’de estetik operasyon geçiren vatandaş birkaç gün evden çıkmaz. İran’da bunu özellikle göstermek ister gibiler. Genel olarak siyah, beyaz, gri, kahverengi renkler içindeler. Mollalar ise beyaz uzun ve bol giysilerinin üzerine, seyrek dokunmuş ketenden, kahverengi cüppeler giyiyorlar ki; yaz akşamları için hoş birer aksesuar olabilir. İran’da molla fotoğrafı çekmek yasak. Gene de birkaç kare düştü objektifime.
Buradaki ilk günümüzde, Gademgâh’da, biz 12 kadın “çarşaf”a (çador)girdik. İmam Ali Rıza, Abbasi halifesi ile buluşmak üzere Medine’den Merv’e giderken buraya gelip konaklamış. Burada olduğu söylenen ayak izinin bulunduğu yere bir türbe yapılmış. Bu kutsal yerde insanlar taşlara ellerini, yüzlerini sürüyor, buradan su alıp şifalı diye içiyorlarmış. Türbenin yapımı sırasında tuğla lazım olmuş. Hava sıcak, insanlar çalışmak istemiyorlar. Şah Abbas çamura altın sikkeler attırmış. Altını bulabilmek için çamuru o kadar iyi yoğurmuşlar ki, bu harçtan çok sağlam tuğlalar yapılmış.
Çadorlarımıza sıkı sıkıya bürünüp, fotoğraf makinelerimiz ve kişisel eşyalarımızı otobüste bırakarak ziyaret ettiğimiz ikinci yer ise İmam Ali Rıza türbesi. İmam Rıza hem milli, hem dini bir kahraman. Nasıl Hz. Hüseyin bütün Şiilerin şehidi ise, İmam Rıza da bütün insanların şehidi. Hatta İran Irak savaşı sırasında devrim şehitlerinin de sembolü haline gelmiş. Bu türbenin içinde bulunduğu Estan-ı Gods Rezavi Külliyesi çok sayıda bina ve avluyu içinde barındırıyor. İki müze, bir üniversite, kütüphane, Altın Türbe, Allahverdi Türbesi, Gevherşad adına yaptırılan cami ve medrese bunlardan birkaçı. Avlular pırıl pırıl mermer, yer yer halılar serilmiş. İnsanlar oturmuş, kimisi dua ediyor, kimileri çoluk çocuk yayılmış sohbet ediyorlar. İçerde görevli kadınlar, ellerinde floresan renkli tüylü değneklerle, başı açılmış olanların alınlarına hafifçe dokunarak ikaz ediyorlar. Güler yüzle, fakat otoriterce. Aramızda bu sihirli peri kızı dokunuşlarına maruz kalmayan kadın yok gibi. Belli noktalara, herkesin alması için dua taşları konmuş. Kare veya yuvarlak, bazılarında kabartma yazılar, cami resimleri var. Secdede, alnınızı bu taşa değdireceksiniz. Bu kutsal taşlardan birer tane almadan gitmek olmazdı tabii. Türbeye yaklaştıkça ortalık kalabalıklaştı. Kadınlar ve erkekler, gene ayrı kapılardan içeri girdik. Küçücük kesilmiş binlerce ayna ve renkli camlardan yapılmış vitraylar, gümüş kaplamalar, abartılı motifler, avizeler. Aklınıza gelebilecek her türlü bezeme çeşidi yan yana, iç içe. Bu şıkırtı ve debdebeden mi, yoksa gözyaşlarına boğulup feryat edenlerden mi bilmem, kendimi huzurlu bir ortamda hissedemedim.
İranlı şair, matematikçi ve düşünce adamı Ömer Hayyam’ın Nişabur’daki ters dönmüş bir kadeh şeklindeki mezarı O’nun neşeli, hayat dolu kişiliğini ifade ediyor. Bakımlı bir parkın içindeki anıt mezar mozaik çini tekniğinde yapılmış. Dev bir kadehin altında granit mozole, onun da etrafında yarım daire şeklinde semboller var ki, bunlar Hayyam’ın uzaya olan ilgisini yansıtıyor.
Krallar Kitabı Şahname’nin yazarı Firdevsi’nin Tus kentindeki mezarı ise kocaman havuzlu, güller ve çiçeklerle süslü bir bahçede yer alıyor. Hemen yanındaki müzede ise 73 kg. ağırlığındaki el yazması Şahname’nin orijinalini görmek mümkün. Şahname tam 60 bin beyitten oluşur. Firdevsi 35 yılda tamamladığı eserinde İran tarihini anlatır. Gazneli Mahmut Tus kentine gelir, Sasanileri yenilgiye uğratır, Firdevsi’nin ününü duyar. Şahnamenin her beyitine bir altın vereceğini söyler. Firdevsi huzura çıkar. Gazneli’ye İranlılarla Türklerin savaşlarını konu eden beyitler okuyarak O’nu kızdırır. Gazneli böyle sevilen bir kişiyi öldürtmekten korkar, altın yerine 60 bin gümüş sikke teklif eder. Firdevsi ise bir daha dönmemek üzere Tus’u terk eder. Şahname günümüz İran’ında hâla okunan bir eserdir.
İran denince, cam bardakta demli bir Acem çayı akla gelir değil mi? Biz İran’da çay içemedik. Otellerde, her iki kişi başına bir demlik sıcak su, içinde tek bir poşet! Ihlamur rengi bir çay. Beklerseniz ikincisini getiriyorlar ama, vakit nakit! İran’a giderseniz çayınızı yanınıza alın derim. Akşam otelden çıktık, yürüyoruz. Ana caddeler aydınlık, bazı dükkânlar açık. Yorulduk, oturacak bir yer, bir bardak çay boşuna aradık.
İran’da yemekler etoburları mutlu edecek düzeyde. Porsiyonlar büyük, yemekler lezzetli. Gitmeden bir iki kilo vermenizi öneririm. Ana yemek et ve çelo. (pilav) Yanında kebap ile verilirse çelo kebap oluyor. Piliç şiş ise civciv kebap. Etler koyun ve kuzudan, ızgara edilmiş, yanında domates ve biber. İri yapraklı taze koparılmış bir demet nane her sofrada var. Salatalar yağsız, limonsuz, mayonez veya yoğurt eşliğinde servis ediliyor. Ekmek yerine pide var, aynen lavaş gibi. Pilavlar çok çeşitli. Safranlı, sumaklı, yaban mersinli, narlı. Taze otlarla pişirilmişi de var, hepsi de çok lezzetli. Aklıma gelen diğer yemekler: Bahtiyari, kubideh(köfte), bademcan(patlıcan), sabzi(sebze), koreşt(parça etli patatesli sulu bir yemek), abguşt(sebzelerle güveçte pişirilmiş et suyu), aş(tahıllar, sebze ve baharatla pişirilmiş koyuca bir çorba). İranlıların fast food’u. Özellikle Kapalıçarşılarda bunu yiyip çabucak çıkabileceğiniz aş evleri gördüm. Bir de armut aromalı İran kavununun lezzetini unutamıyorum.
Pers imparatorluğunun başkenti Persepolis, yolumu İran’a düşüren en önemli etkenlerden biri. İ.Ö. 515den itibaren yapımına başlanmış, 150 yıl sürmüş. Ahameniş hanedanından Kral Daryuş, Kral Kroş’un kurduğu Pasargad’ı bırakıp Persepolis’i inşa ettiriyor. Persepolis önceleri bir şehir değil bir tören yeri, tüm milletler kapısı. İranlılar buraya Taht-ı Cemşid demişler. Perslerde aslan güç, kartal özgürlük, boğa da dostluk demek. İnsan da aklı simgeler. Nevruz kutlamalarının de kökleri bu döneme dayanır. Baharda Persepolis’de yaşayan tüm halklar bu tören yerine gelir, etrafında çadırlar kurar, saray tarafından kabullerini beklerlerdi. Komşu devletler de elçi gönderirlerdi. Elçiler burada dostlukla(boğa) karşılanır, akılla(insan başlı boğa) uğurlanırdı.
Persepolis’de bulunan taş rölyeflerden bir devletin tarihi, giyim kuşamları, törenleri, dini sembolleri, el sanatları hakkında detaylı bilgi edinmek mümkün. Burası İ.Ö. 313de İskender’in orduları tarafından yağmalanıp yıkılmış. 1971de devrik Şah Rıza Pahlavi 22 milyon $ harcayarak, burada çok büyük bir şölen düzenlemiş. Pers İmparatorluğunun 2500. kuruluşu onuruna davetler vermiş. Humeyni döneminde ise, Şiraz valisi kentin ileri gelenlerinden, sanatseverlerden oluşan etten bir duvar örerek kenti saldırılardan korumuş.
Ahamenişler dönemindeki göçebe gelenek hâlâ devam ediyor gibi. Günümüz İran halkı da kentler arası yolculuğu seviyor. Arabalarına binip çoluk çocuk yola çıkıyorlar, akşam olunca da yol kenarlarındaki yeşil alanlarda çadır kurup yatıyorlar. Sanırım bizim deprem çantaları gibi, bagajlarında her zaman işe yarayacak şeyler var. On günlük İran gezimizde sabah otobüse binmiş giderken hep bu tabloya rastladık. Şiraz’da Kuran kapısı yanında(şehre giriş kapılarından biri) geceleyen insanlar gördük.
İran’da yollar düzenli ve geniş. Otobüsler en fazla 3 yaşında. Ağaç bol. Geleneklerinde Char Bağ denilen bir behçe stili var ki, iki tane ana sulama kanalının birbirini dikey olarak kesmesinden oluşur. Böylece sulanacak yerler dörde ayrılır. Tahran’da ana caddenin iki yanı ikişer sıra ağaç, ağaçların da aralarında su kanalları var. Hem doğal sulama, hem 12 milyonluk kentin kalabalığında kulaklara gelen su şırıltısı. Buradaki, şehir görüntüsünün hemen ardında yer alan kartpostal gibi dağlar da şaşırtıcı. Kentler temiz. Yeni binalar çelik konstrüksiyon. Tahran’ın özellikle kuzey kesimindeki bazı eski binalar ise camları kırılmış, bakımsız durumda 30 yıl önce ülkeyi terk eden sahiplerini bekliyor. Havalimanları, oteller, büyük binalar, her yerde Humeyni, Hamaney posterleri. Taksiler sarı ve yeşil. Kadın şoförlü olan fıstık yeşiller “women taxı.” Bu kentte tele kabin de varmış, biz görmedik. Yukardan kenti seyretmek güzel olabilirdi oysaki! Rehberimiz Mustafa Bey metroya da binmemizi önerdi ama bizler biliriz ki “Fest” bize bunu yapacak zaman bırakmaz. İran’da nüfusu 1 milyonu geçen şehre metro yapılıyormuş.
Şiraz İran’ın şairleri, gülleri, şarapları ve halıları ile ünlü şehri. Fars eyaletinin başkenti. Etrafı dağlarla çevrili bir çanak içinde kurulmuş, sembolü ağaçkakan kuşu. Ünlü şairler Sadi ve Hafız’ın mezarları da bu kentte, hayranları tarafından halen ziyaret ediliyor. Kerim Han’ın yaptırdığı kale, toprak rengi yuvarlak burçlarıyla Hiva’yı anımsattı bana. Şiraz’ın en güzel camilerinden birisi Atik Camisi. 14.yy.da yapılmış. Haft Rân da denilen, 7 renkli sır altı mozaik çini tekniğinin kullanılmaya başlandığı ilk örneklerden biri. Vekil Camisi (Vasıl el Mülk C.) ise İran’da barok etkisi taşıyan, sivri kemerli, burma sütunlu, yelpaze gibi açılmış tavuskuyruğu süslemeleri olan oldukça değişik bir mimariye sahip. Mihrabın içindeki, imamın durduğu yer de zeminden(yani halkın seviyesinden) aşağıda.
Şah-ı Çerağ Türbesi (Işığın Prensi) İmam Ali Rıza’nın kardeşi Seyid Emir Ahmed’in anısına yapılmış. Burada da ayakkabılarımızı çıkardık, çadorlara sarındık. İçeride değil, fakat avluda fotoğraf çekilebiliyor. Türbenin dış görünüşü daha etkileyici. Altın renkli soğan kubbe, sarı ve yeşil renklerin ustaca kullanılmış olması, geniş ve ferah iç avlu, binlerce minik aynadan oluşan ışıklı iç dekorasyon, türbenin gümüş korkuluklarına dokunan eller ve dudaklar. Hemen hemen Meşhed’dekiyle aynı şeyler olsa da, burada o uhrevi havayı hissettim.
Narencistan Sarayı: (Narenciye Bahçesi) 19 yy. sonlarında batıdan gelenleri ağırlamak için, devlet konuk evi olarak yapılmış. Palmiye, limon, portakal ağaçları ortasında doğu tipi bir bina, şimdi üniversiteye aitmiş. Başodanın üzerindeki yuvarlak alında imparatoru temsil eden aslan, sırtında güneş(ışık) doğuyor. Elindeki kılıç Zülfikar. Şah dönemi İran bayrağında aynı bu motif vardı. Şimdi ise yeşil beyaz kırmızı renklerin ortasında, laleyi andıran, çift taraflı Allah yazısı var.
Şiraz Kapalı Çarşısındaki bedestende dolaşırken alışveriş ettiğim bir satıcı İstanbul’dan geldiğimi duyunca “Özcan’a selam söyle” dedi. Bahsettiği Özcan’ın, adını efsanevi “sarı otobüs” yolculuklarından okuduğum Yurdalan Özcan olduğunu anlamakta gecikmedim. Bir Türk’ün; bu illerde küçük ismi ile tanınıyor ve seviliyor olması gururumu okşadı. Kendisine buradan selamını iletiyorum.
Hazır alışverişten açılmışken, devam edeyim. İran'da alışveriş nasıldır, ne alınır? İlk gün otelde 100 USD bozdurdum, 98 bin tümen aldım.(Tuman da deniyor) Bu kadar parayı cüzdana sığdırmak biraz zor oldu. Resmi para birimi ise Riyal. 1 Tümen 10 Riyal ediyor. Alışverişte daha çok nakit geçerli. Amerikan karşıtı esnaf USD yerine daha çok € tercih ediyor. Bu yüzden İran’a giderken her ikisinden de almanızı öneririm. Ne alalım derseniz; Tebriz’den halı, Meşhed’den firuze, safran, Isfahan’dan baskılı masa örtüsü, gümüş, Şiraz ve gene Isfahan’dan minyatür, el baskıları, ayrıca baharat, badem, havyar, kuru yemiş, kuru incir, yaban mersinini sayabilirim. Pastanelerde tuzlu hiçbir şey yok. Kuyumculuk gelişmiş fakat altını kırmızı renkli. Tekstili ise Mahmutpaşa’ya eş değer. Vitrinlerdeki dekoltelere, lame dore renklere, fırfırlara inanamayacaksınız. Kapalı kapılar ardında, bizim görmediğimiz başka bir “İran” var. Şöyle demişti bir İranlı: “Eskiden içkiyi dışarıda içer, ibadeti evde yapardık. Şimdi ise ibadeti dışarıda yapıyor, içkiyi gizli içiyoruz.”
İran’da önce meri, sonra mollaların önünde şeriat nikâhı yapılır. Bir erkek dört kadınla evlenebilir. 2., 3., ve 4. kadınlara sadece meri nikah yapılır. Beşinci kadın kanun dışıdır. Ona da muta nikâhı yapılır. Eğitim ücretsiz, devlet üniversiteleri de öyle. 5 yıllık ilkokul zorunlu. Ortaokul 3, lise 4 yıl. Emeklilik sistemi sadece devlette var, özel sektörde yok. Cemaatler kırsal kesimlerde yaşlılara yardım ediyor. İran’da kolluk kuvvetlerine Pasadaran deniyor. Bunlar molla rejiminin devamı için çalışıyorlar.
Binlerce yıllık İran kültür ve sanatının en güzel örnekleriyle donatılmış olan Isfahan “Esfahan, Nefs-e Jahan” sözlerini hak ediyor. İ.Ö. 1200 yıllarında Isapuran adı altında kurulmuş 2 milyonluk bir şehir, Isfahan eyaletinin başkenti. İçinden geçen Zayende Rud nehrinin bölgeye getirdiği ılıman hava ve verimli topraklar sayesinde tarım ve meyvecilik gelişmiş. Köprüleri, güvercin kulesi, 165x510 m.lik boyutlarıyla Nakş-ı Cihan meydanı,(Kızıl Meydan’ın iki katıymış) bu meydanı çevreleyen Mescid-i İmam, Şeyh Lütfullah Camileri, Ali Kapı Sarayı, Kayseriye Çarşısı, Chel Sütun Sarayı, Sallanan Minareler,(gözümle gördüm) her biri ayrı birer sohbet konusu olur. Buraya almaya kalksam bu yazı bitmez, kimse de okumaz zaten! Kendinizi bir fanusun içinde dönüp duran balerin gibi düşünün: 24 saat hiç durmadan bu meydanda dolaşın, gün bitince yeniden başlayın. Polo oyuncuları için yapılmış olan tarihi meydana açılan kapıların birinin içinden zaman tüneline doğru yol alın. Dansözleri, kuklacıları, dengbejleri, hafız falı baktıranları görecek, farsça beyitler okuyan halk şairlerine rastlayacaksınız. Anlamasanız da dinleyin. Zaten Ali Kapı Sarayının üzerindeki terastan, Şah 2. Abbas da sizi seyrediyor olacak. Meydana açılan iki sıra dükkânlarda el sanatlarından örnekler, mine işli aynalar, örtüler, minderler, nargileler bulacak; halıcılar, sedef kakmacılar, antikacılar, minyatür ustaları, gümüşçüler arasında kaybolacaksınız.
Çölün ortasındaki Yezd kenti (Yazd=Lütuf demek) bence gezimizin en ilginç durağı idi. Tarihi Büyük İskender dönemine kadar gidiyor. İpek Yolu üzerinde olduğu için de hem yüzyıllarca kervanları ağırlamış, hem de Arapların, Cengiz Han’ın ve Timur Ordularının akınlarına hedef olmuş. 45 km. uzunluğundaki yer altı kanal sisteminin yanında, bir de Badgir denilen, (Bâd-Gir=Rüzgar Kapan) ısınan havanın soğutularak kullanılmasını sağlayan baca sistemi var ki; bence, tarihte Yezd halkının nasıl bir dehaya sahip olduğunun kanıtıdır. Kum tepelerinin arasında dolaşıyormuşsunuz hissini veren bu kentte hiç sivri köşe yok gibi. Rüzgarın aşındırmasıyla yuvarlatılmış duvar kenarları, birbirine yaslanmış evlerin arasındaki kemerlerin daralarak bir anda tünele dönüştüğü, kıvrılarak giden yollar, toprakla sıvanmış koyu sarı renkli duvarlar, ahşap kapılar.. Rehberimiz önde biz arkada şaşkın şaşkın ilerlerken, alçak tavanlı evlerinden çıkarak usulca aramıza katılan, bir sonraki aralıkta birden kayboluveren insanlarla birlikte kafilemizi “Fareli Köyün Kavalcısı”na benzettim.
Mazdaizm çok Tanrılı bir din. Hem kendinden önce gelen bütün Tanrılara, hem Ahuramazda’ya inanıyorlar. Sonra gelen Mecusiler ise diğer Tanrılar artık yok, bir tek Ahuramazda var diyorlar. İ.Ö.6yy.da gelişen bu düşünce akımıyla birlikte Zerdüşt dini doğuyor. İşte bu gelenekten gelen İran Şiiliği kendinden evvel gelenleri reddetmeyen bir İslam inanışı. Ateş hem Mazdaizmin hem Zerdüştiliğin sembolü. Çünkü iyiliği temsil ediyor. Nevruz kutlamalarının temelinde ateşin üstünden atlayarak arınma inancı var. Ateş aile ocağını temsil eder, bizi kötülüklerden korur. Ateşgedelerde, kutsal ateş hiç söndürmeden yakılır. Yezd’deki tapınakta bulunan ateş tam 470 yıldır yanıyor. Ateşe fazla yaklaşılmaz, çünkü insan nefesi bile ateşi kirletir. Ölü bedenleri gömmek veya yakmak toprağın kirlenmesine sebep olur. Bu nedenle ölüler sessizlik kulelerine bırakılır. Bedenin akbabalar ve vahşi hayvanlar tarafından yenmesine şahitlik eden bir de rahip bulunur. Bu işlem kısa sürede biterse ölenin günahlarından çabucak kurtulacağına inanılır. Sol gözün sağ gözden önce yenilip bitmesi ruhun azap çekmesine işarettir. Fakat son 30 yıldır bu törenlere izin verilmemektedir. Günümüzde Yezd kentinde 25 bin kadar Mecusi yaşar. Tapınaklardaki Zerdüşt resimleri ve bu dinin sembolü olan kuş adam motifleri ise yasak değildir. Pravahar denilen kuş adamın bir elinde sadakat anlamına gelen yüzük vardır. Diğer eli saygıyı ifade eder.
Hazar Denizinin 100km. güneyindeki Tah Rân hem çölün ortası, hem de şehrin arkası anlamına geliyor. Tarihi neolitik çağa kadar gider, başkent olması ise 1789 Kacarlar dönemine rastlar. Tahran’da iki havalimanı var, biri İmam Humeyni, diğeri bizim de indiğimiz Mehrâbad. 12.5 milyonluk nüfusuyla Tahran İstanbul’la aynı yoğunlukta gibi görünse de daha küçük bir alana sıkışmış. Tahran’ın televizyon kulesi Milâd 453m. yüksekliği ile dünyanın sayılı kulelerinden biri. Şehrin daha yüksek olan kuzey kısmında zenginler yaşıyor, güney ise geniş halk tabakalarının yaşadığı kesim. Eski adı Pahlavi caddesi olan, kenti boylamasına ikiye bölen 20 km. uzunluğundaki cadde şimdi Vali Asr caddesi olmuş. Gene eski adı Şahyâd=Şahın hatırası olan Azadi Anıtı tam 2500 adet taş kullanılarak Pers İmparatorluğunun 2500. yılı için yapılmış.
19.yy. başlarında Fatih Ali Şah tarafından yapımına başlanan Gülistan Sarayı devlet işleri ve resmikabuller için kullanılmış. Nasrettin Şah Avrupa’ya gidip döndükten sonra Fransız mimarisine hayran kalıyor ve O’nun zamanında yapılan ilavelerde Avrupa ve Rus etkileri görülüyor. Kerim Han’ın mermer tahtı da bu sarayda.
Sadabad Saray kompleksi içinde yer alan Beyaz Saray baba Rıza Şah tarafından yaptırılmış. Daha sonra kendisi Yeşil Saraya geçiyor. Oğul Şah Muhammed Rıza bu sarayda yaşıyor. Bahçede, mermer basamakların solunda inanılmaz boyutlarda bir Şah heykeli varmış ki, Humeyni devrimi sırasında yıkılmış. Geride kalan devasa çizmelerin yanında durduğumda omuzum diz hizasına geliyordu. Heykelin üst kısmı yoktu. İki katlı sarayın salonları odaları gösteriş ve debdebeden uzak. Genelde sarı ve yeşil renklerin hakim olduğu, geniş koltuklar, çiçekli perdeler, zarif vitrinlerle sade yaşamın bir göstergesi sanki.
Sarayda olmayan ihtişamı Milli Mücevher Müzesinde gördük. Ahamenişler zamanından beri toplanan İran hazinesi burada küçük bir salonda sergileniyor. Dünyanın en değerli koleksiyonlarından biri. Bu hazine Afgan işgali sırasında Hindistan’a kaçırılmış, Nadir Şah zamanında ise bir kısmı geri alınmış. Şahın tacı daha önce de Sasani imparatoru tarafından kullanılmış. Hindistan’ı istila etmemesi karşılığında, Nadir Şah’a hediye edilen Derya-yı Nur elması 38x25mm. boyutlarında, 182 karat ağırlığıyla dünyanın en büyük pembe elması. Kacar hükümdarının tavus tahtı, Nadir Şah’ın kalkanı, 500 karatlık Samara Lâli, devekuşu yumurtasından yapılmış nargile, tekmili birden bu müzede. Hafta içi sadece üç gün, ikişer saat açık. Ulusal Arkeoolji Müzesi, Rıza Abbasi Müzesi, Ferah Diba’nın bizzat kuruluşuna katkıda bulunduğu Cam ve Seramik Müzesi gezdiğimiz diğer yerler arasında. “Tuz Adam” da Arkeoloji müzesinde. İ.Ö. 3.yy.da yaşamış bu madenci tuzlu bir ortamda kaldığından günümüze kadar gelebilmiş. Ayağında çizmeleriyle, sanki buzdolabından henüz çıkarılmış gibi.
Tarihi 5000 yıl öncesine dayanan Tebriz’in parlak dönemi İran’a Müslümanların gelmesiyle başlar. Moğol işgalinin yıkamadığı birkaç şehirden biri olan Tebriz şanslıdır. Arg-ı Tebriz bu dönemden kalmadır. 15yy.dan itibaren Safevilerin başkenti olmuş, Kacarlar döneminde Osmanlı ve Rus akımlarına maruz kalmıştır. Teb(ateş) ve Riz(akıtan) sözcüklerinin birleşmesinden oluşan Tebriz adı bölgedeki kaplıcalardan geliyormuş.
Tebriz dünyada şairler mezarlığına sahip tek şehir. Biz de günümüze onunla başladık. Anıt mezar, yukarıya doğru yükselen ince sütunlar ve onların tepede birleşmesiyle, oldukça modern bir yapıya sahip. Bu yalın mimarinin altındaki şeffaf çatı mezar kısmının aydınlanmasını sağlıyor. Merdivenlerden aşağıya indiğimizde şairlerin büstleri, dizelerinden alıntılar ve bir kitap sergisi ile karşılaşıyoruz. Bu şairlerin en ünlüsü Heydar Baba adlı şiiri ile ünlü Şehriyari. Sonra O2nun yaşadığı mütevazi evi de ziyaret ettik.
Tebriz Kalesi (Arg-e Tebriz) 14yy.da, daha önce burada bulunan bir caminin yerine yapılmıştır. O nedenle bir adı da Mescid-i Alişah’dır. Bir zamanlar burası idam cezalarının infaz yeriymiş. Karakoyunlu Sabiha Sultan için babası tarafından yaptırılan 1465 tarihli Mavi Cami (Mescid-i Kabud) depremler nedeniyle yıkılmış, fakat İslam Mavisi diye bilinen şahane çinileri günümüze kadar ulaşabilmiş. Mavi çinilerle yazılmış Allah adının 1001 kez tekrarlandığı rivayet edilir. Planı bakımından Bursa Yeşil Cami ile benzerlik gösterir. İçinde; Şah’ın namaz kıldığı altın ve lapis taşlarıyla süslü bir oda ile Cihan Şah’ın türbesi bulunur.
Tebriz Arkeoloji Müzesi küçük, ama önemli eserlere sahip. Ellerini göğsüne kavuşturmuş Tanrıça Kibele, uzun burnu kocaman gözleri ile her şeyi bilir her şeyi görür edasında. Ağzı yok, çünkü Tanrılar konuşmaz! Buradaki Kapalıçarşı 5 bölüm. Baharatçılar, kuyumcular, ayakkabıcılar, tekstilciler ve halıcılar, ille de halıcılar. 7000 dükkan, 24 küçük çarşı, kervansaray, bedesten, papak(kalpak) pazarı.. Tuğla tonozlarla örtülü kubbelere bakarak yürürken içinde bulunduğunuz zamanı unutuyorsunuz. Çarşı esnafının giyim kuşamı, kocaman ahşap kapılar üstünde kalın tokmaklar, aşevleri, tamirciler, tesbihciler, iplikçiler, bakırcılar da bu tabloya eklenince başka bir boyuta geçmiş gibiyim. Tebriz, görmüş geçirmiş bir taşralı. Biraz köhnemiş, unutulmuş..
“Nasıldı İran, beğendin mi?” diye soracak olursanız: Hayli yorgun, hayli memnun. Mustafa Kesim’e “müteşekkiram.”