
Dünyamız ne kadar da küçülüyor günden güne. Kentler genişlerken, gökyüzüne tırmanan devasa binalar hızla çoğalırken ortaya çıkan görüntü kalabalığı ufkumuzu sınırlıyor, ruhumuzu daraltıyor. Bu görüntüye eşlik eden gürültü de çabası…
Neyse ki, bu ortamdan kısa bir süreliğine de olsa kaçmak isteyenler için Moğolistan var... Masmavi gökyüzünün engelsiz algılandığı, alabildiğine uzanan yeşilliklerin özgürlük duygusunu çağrıştırdığı bir dünya… İnsanların, atların, koyunların, develerin, kartalların, akbabaların birlikte paylaştığı, doğanın tüm gücüyle hükmettiği bir ortam, güzel kokulu rüzgârların ülkesi...
Bin yıl öncesine kadar da atalarımızın yaşadığı, tarihimizin ve kültürümüzün anlamlı izlerini taşıyan coğrafya… Ata yurdumuz...
2,7 milyon nüfusa sahip olan Moğolistan Türkiye’nin iki kati genişlikte bir ülke. Başkent Ulanbatur, 1 milyon kişiyi barındırıyor… Olağan nüfusunun yanı sıra geleneksel göçebe yasam tarzının zorluklarından yılmış olan, kent ışıklarının, canlılığının cezbettiği insanların toplandığı bir merkez… Bu kadar geniş topraklara sahip olan bir ülkenin halkının üst üste yaşayacak şekilde kente yığılmasını insan yadırgıyor. Oysa herkese yetecek kadar bol ve geniş arazi var Moğolistan’da. Bir an önce kentten çıkma arzusu bastırıyor.
Ulanbatur'u terk ettikten sadece bir kaç dakika sonra bambaşka bir dünya beliriveriyor karşımızda… Masmavi gökyüzü ile yemyeşil otlaklar arasında sonsuza dek yayılıyor izlenimi veren ve insani içine çekiveren bir dünya. Göçebelerin yaşam alanı…
Yurt olarak adlandırılan çadırlar yamaçlara yayılmış, atlar özgürce koşuşturuyor, koyunlar, keçiler huzur içinde otluyor, akbabalar yağan şiddetli yağmur sonrası telef olmuş koyunları, kartallar yıldırım hizayla kapacakları fareleri kolluyorlar. İnsanlar ve hayvanlar yaşamlarını sürdürme derdinde. Her biri bu doğanın has sahipleri... Binlerce yıldır…
İnsanların kol saatlerine, borsa haberlerine, görkemli alışveriş merkezlerine gereksinim duymadan yaşadıkları bir dünya burası…
Yemyeşil tepeleri ine çıka aşan toprak yol saatler sonra bizi Orhun vadisine ulaştırıyor. Hunların, Göktürklerin devlet kurdukları topraklara… Bilge Kağan ve Kültigin için dikilmiş kitabeleri görünce heyecanlanmamak mümkün mü?
Tarihimizde ve kültürümüzde çok özel bir yeri var atalar tapkısının. Bu "konuşan" taşlar bu geleneğin en güzel kanıtı oluyor. Moğolistan bu eserlerle derin bir manevi anlam kazanıyor bizler için. Atalarımızın ruhlarının ve sözlerinin dolaştığı coğrafya olarak…
Yine bu ülkenin bir başka köşesinde bulunan yüce Tonyukuk adına dikilmiş iki kitabe ise, 8. yüzyıldan fırlatılıp 21. yüzyıla düşen tastan iki ok gibi. Yüzyıllar ötesine mesaj taşıyan iki ok.
Bu engin ülkeyi bir baştan bir başa geçerken dünya üzerinde bir başka dünyadayız sanki. Bin kilometre yol giderken bir kez bile üç katli bir bina görmemek. Günümüz için ne de büyük bir ayrıcalık!
Gobi Çölü’nde 4×4'lerimizle at adımlarının ritimlendirdiği Moğol müziği eşliğinde doludizgin ilerlerken duyulan haz her şeye bedel. Yeşilden mora tüm renklerin bezediği bir sonsuzluk denizi… Dört bir yana hiç bir engelle karşılaşmayan bakışlarımız dünyanın ortasındaymışız izlenimi veriyor. Dünya yeni yaratılmış gibi sanki…
Atalar, ruhlar, kartallar, mavilik, bulutlar, atlar, özgürlük, hiçlik, sonsuzluk. Tüm bu kavramların birlikte bir bütünlük oluşturduğu bir ülke Moğolistan… Başka bir değerler sistemi, başka bir zaman kavramı, bir var oluş tarzı var burada. Yapay rüyaların doldurduğu bir uykudan uyandırıyor bu coğrafya bizi. Gezginlerin ruhlarını arındırıyor onları kendi "medeniyetlerine” geri göndermeden önce…