
Meydanları, caddeleri, ara sokakları, neredeyse her köşesi birer film seti gibi. Ve yediden yetmişe tüm Napolililer de burada her gün yaşanan hareketli filmin birer aktörü adeta. Kendilerine hiç kimsenin vermediği rollerini öylesine doğal, öylesine başarıyla oynuyorlar ki. Bu bitmek bilmeyen sokak gösterilerine insanın kendini kaptırmaması mümkün değil.
Günümüzden yaklaşık 2700 yıl önce Yunanistan'dan gelen göçmenler kurmuşlar bu kenti. Vezüv yanardağının eteğindeki bereketli toprakların yanıbaşına, Akdeniz'in kıyısına. Adına "Neapolis" demişler : Yenikent. Tarihini hep dışarıdan, uzaklardan gelenler yazmışlar. Yunanlılardan sonra Romalılar, Normanlar, Fransızlar, İspanyollar...Gelenlerin herbirisi iz bırakmış. 1860 yılında İtalya'nın birliği sağlandığında ise Napoli kendisini bu ülkenin bir parçası olarak bulmuş.
Yunan ve Roma dönemlerinde kentin merkezini oluşturmuş dar ama uzun bir cadde olan Spaccanapoli bugün de canlılığını koruyor. Filmlerdeki Napoli bu cadde ve ona açılan ara sokaklarda yaşıyor : Daracık sokaklara bakan yığılmış görüntüsü veren bakımsız binalar, çamaşır asılı balkonlar, kapıların önünde yüksek sesle üstelik el ve kollarını da kullanarak sohbet edenler, açık pencerelerden yükselen yanık ezgiler, mutfaklardan yayılan yemek kokuları...En yoksulların yaşadığı yerler buraları. "O Sole Mio", güneş ülkesinde güneşi görmeden yaşayanların semti....
Yolunuz eğer Napoli'ye Mayıs'ın ilk pazarı veya Eylül sonlarına doğru düşerse kentte bir başka heyecana tanık olunuyor. "San Gennaro" diye de adlandırılan katedral kalabalıklarla dolup taşıyor. Birbirini izleyen ayinler... Kentin koruyucu azizi Gennaro 1700 yıl önce öldüğünde akan kanının bir kısmı bir şişede muhafaza edilmiş. 14. yüzyılda Napolililer, pıhtılaşmış olması gereken bu kanın yılda iki kez sıvılaştığını fark etmişler ve bunu Gennaro'nun ruhunun burada olduğu şeklinde yorumlamışlar.
Her yıl iki kez bu mucize tekrar yaşanıyor ve sıvılaşmış kan görüldüğünde büyük bir coşku ve rahatlamaya yol açıyor. Çünkü kan bazen sıvılaşmıyor. Eğer kan sıvılaşmaz, bu "canlılık" ifadesi görülmezse azizin kenti terkettiği ve bir felaketin olacağına inanılıyor. Tarihte Vezüv yanardağının bazı patlamaları ve salgın hastalıkların bu gelişmeye denk gelmesi bu inanışı güçlendirmiş. Binlerce insanın bakışlarındaki heyecan bunu gösteriyor.
Kentin en önemli caddelerinden birisi olan Via Toledo akşam üzeri saatlerinden itibaren bizim için olağanüstü Napolililer için olağan bir hareketlilik yaşamaya başlıyor. Genç, yaşlı herkes adeta günlük bir ritüeli yaşarcasına caddelere ve meydanlara dökülüyorlar
Piazza Plebiscito en gözde buluşma yeri. San Francesco di Paola kilisesi ile Kraliyet Sarayı ( Palazzo Reale ) arasında kalan bu geniş meydan kentin kalbi adeta. Yürüyüş yapan yaşlılar, bebeklerini gezdiren anneler. Top peşinde koşuşturan erkek çocuklar veya aralarında sohbet eden kızların dış görüntüsü makarna ve pizza ile beslendiklerini ele veriyor hemen.
Kentin ünlü kafesi "Gambrinus"ta hemen burada. Karşısında I.Umberto galerisi taş, metal ve camın güzel birlikteliğini sergiliyor. Biraz ileride bulunan San Carlo Tiyatrosu ise 1737 yılında açıldığında dünyanın en büyük ve en ihtişamlı salonuna sahipmiş. Biraz geride kalan "Castel Nuovo" ise 13. yüzyıldan, Fransızlardan kalma görkemli bir kale.
Napoli deyince akla ilk gelenlerden birisi de deniz oluyor haliyle. Eski semtlerin hemen önü koca bir limanla kesilmiş. Zaten eski Napoli sokaklarında gezerken bir kıyı kentinde olduğunuzu hissetmeniz mümkün değil. Ancak son 150 yıldır kentin geliştiği bölge denizle oldukça içiçe. Şarkılara konu olan "Santa Lucia" mahallesi iki farklı Napoli'yi birbirine bağlıyor. Birkaç dakika arayla iki farklı kent görebiliyorsunuz.
Geniş park alanlarının, yürüyüş yollarının bulunduğu "zengin" bir Napoli var Lungomare denilen bölgede. Yamaçlara yayılan binalar deniz manzarasına ulaşabilmek için adeta birbirlerinin üzerine basarak tepelere tırmanıyorlarmış izlenimi veriyorlar. En şık oteller ve restoranlar da yine kentin bu kesiminde. Gün sonu yürüyüş yapanlar, Vezüv'ün heybetli siluetini, uzaktan Capri adasının görüntüsünü ve batan güneşin kızıllığını en iyi buradan izleyebiliyorlar.
İki farklı Napoli'nin kesiştikleri yerde bulunan Castel dell'Ovo ise zengin tarihinin Napoli'ye bıraktığı bir başka eser. Yapımı 9. yüzyıla kadar çıkan bu güzel kalenin eteğinde deniz ürünlerinden pizzaya kadar herşeyi bulabileceğiniz restoranlar sıralanıyor. Kalabalıklardan belli ki Napoli'nin en gözde mekanlarından. Keyifli bir akşam emeği için ideal.
Yakın çevresindeki Capri adası ve Roma döneminin en çarpıcı kalıntılarına sahip Pompei yine mutlaka görülmesi gereken yerler. 24 Ağustos 79 tarihinde Vezüv'ün çıkardığı lavlar ve küller altında kalmış olan Pompei 2000 yıl öncesinin dev bir fotoğrafını günümüze ulaştırıyor gibi. Napoli arkeoloji müzesinde sergilenen olağanüstü güzellikteki mozaik ve duvar resimlerinin yanısıra insanların Pompei'de günlük yaşamlarında kullandıkları objeler, onları son kullananların pek çoğunun lavlar arasında kaldığı düşünüldüğünde izleyenleri ürpertiyor.
Birkaç gün geçirebileceğiniz Napoli'de "Güney"in soluğunu hissediyorsunuz.
İtalya'nın başka bir çehresini keşfediyorsunuz. Ne olursa olsun kişiliği olan bir kent burası. Güneşi, gürültüsü, karmaşası, insanları, renkleri ve yemekleri ile belleklerde yer edecek bir kent.