Türkiye' de Kentlerin Dönüşümü
- Serhan GüngörAnadolu tarih boyunca kentler kuran, yaşatan ve yıkan bir coğrafyadır. Coğrafi konum, iktisadi gereksinim, iklim, savunma gereksinimi, din, deprem, sel gibi doğal afetler, savaşlar hep kentlerin kuruluşuna, değişimine ve yok olmalarına etki eden faktörlerdir.
Kentler çoğunlukla uzun yaşar. Kimi kentler ölü antik kentlerdir: Troya, Efes, Milet gibi. Kimileri de yaşayan antik kentlerdir. İstanbul, İzmir, Ankara gibi. Kentler yaşamları boyunca değişir ve dönüşür, hep eskiye dair izler bırakarak. Anadolu’nun ana tanrıçaya tapan yerel halkının kurduğu kentlerinin, sonradan Helenleşmiş antik çağlarında bile esas tanrıları Artemis’tir. Apasas-Ephesus-Efes, Parrha-Perge bunlara örnektir. Ya da antik çağda bir kentin ana ulaşım arteri neyse, günümüzde de aynısı devam etmektedir. İstanbul’da Forum Augusteion’dan başlayan Mese caddesi bugün tramvayın geçtiği Divanyolu’dur.
Türkiye tarihinde ilk kentleşmeyi paleolitik dönemden neolitik döneme geçişte görüyoruz. Bunda en önemli faktör avcı-toplayıcılıktan yerleşik tarıma geçiştir. MÖ. 7000’e uzanan bu dönemde Çayönü, Çatalhöyük ve Hacılar’a Anadolu’nun ilk kentleri diyebiliriz. Arkeolojik yerleşimlerin, höyüklerin değşik katmanlar halinde olmaları bize bunların gelişim tarihleriyle ilgili bilgiler veriyor. Çatalhöyük’te, giderek artan nüfusun kentin mekansal yapılarını değiştirdiğini görebiliyoruz.
Maden çağlarına geçişte oluşan zenginliğin herşeyden önce toplumsal kademeleşmeye, yöneten-yönetilen ilişkisine, devletin doğuşuna ve bunun mekansal etkilerine neden olduğunu izleyebiliyoruz. Kentlerin surlarla çevrilmeye başlaması. Sarayların, tapınakların, hierarşinin üst kesiminin bulunduğu iç-kalelerin, akropollerin başlangıcı Tunç Çağı’ndadır. Bunun dünyaca ünlü örneği Troya, MÖ.2000 ve MS. 500 yılları arasında yerleşilen dokuz katlı bir höyüktür. Bu katların kesitinden kentin mekanına etkiyen en önemli olayları kronolojik olarak okuyabiliyoruz. Boğazın girişinde stratejik bir konum, verimli bir ova, artan ticaret ve zenginlik, güç çatışması, savaş ve yıkım, yeniden yerleşim, deprem, efsanenin getirdiği üne bağlı mekansal değişim, imparatorların ziyaretleri ve yaptırdıkları yapılar. Zamanla yitirilen önem, deprem ve yıkım...
Kaneş’de ticaret ve bununla gelen zenginliği görürüz. Ve yazının ilk defa kullanılışını. Yanıbaşındaki Karum bir serbest ticaret bölgesidir. Kentin kuruluş nedeni, bütün mekansal yapısına etkir. Depolar, dükkanlar, arşivler... Anadolu’nun Hitit çağında imparatorluk etkisi görürüz ilk kez. Hattuşa başkenttir. Eyaletlerden gelen zenginlikler tapınaklardaki silolarda, yazışmalar saraydaki arşivlerde saklanır.
Ege uygarlığı liman kentleriyle başlar. Deniz ticareti herşeydir. Bu modern zamanlara kadar da değişmemiştir. Limanının işlevselliği ile büyüyen kent, limanını kaybettiği anda tarihin ve toprağın derinliklerine gömülür. Efes ve Milet gibi. Doğal afetler her zaman yıkıcıdır. Anadolu deprem ülkesidir. Roma imparatorluk döneminde yıkımdan sonra kent tekrar inşa edilebilir. Pax Romana zenginlik getirmiştir, surlara ihtiyaç yoktur. İmparatorluk kentlerde standart mekansal yapılar öngörür. Hamamlar, tiyatrolar, tapınaklar, anıtlar... Askeri garnizonlar kentlere dönüşür; Edirne, Ankara gibi... Kentler en ince ayrıntısına kadar planlanır, gerekirse başka yere taşınır. Miletos’lu Hippodamus bu topraklardan çıkar. MÖ. 1200’lerde Van’da Zernakitepe’de görülen ızgara planlı kent, MÖ.500’lerde uygarlığın sembollerinden biri olur. Kentler kurulurken coğrafya ayrıntısıyla okunur. Rüzgar, güneş, topografya... Hepsi mükemmel altyapı için veri oluşturur. Sıtma tehlikesi ile yaşayan Kaunos’taki rüzgar ve güneş açılarını ölçen platform bugün de ortada durmaktadır.
Sonraki fakirlik, savaş ve güçsüzlük dönemlerinde, eski görkemli dekoratif kent kapıları alelacele surlara dönüştürülmüş, korku içindeki halkın merkeze sığınmasıyla, kentler küçülmüştür. Malzeme kalitesi bozulmuştur. Klasik çağların kenti değişmeye, bozulmaya başlar.
Din önemli bir faktördür. Perge’deki o eşsiz lüks, insanların sıcak havada serinlemesini sağlayan su kanalının ortasına 5nci yüzyılda bir kilise inşa edilmiştir. “Bu kadar lüks bu dünya için fazla” der gibi... Her dönemde, artık işlevi kalmayan yapılar sökülüp, malzemesi devşirilmiştir. Antik tapınaklar kiliseye dönmüş, sonraları da camiye çevrilmiştir... Pessinus, Ballıhisar antik tiyatrosunun taşları 19uncu yüzyılda bile sökülüp Sivrihisar’daki Ermeni kilisesi inşa edilmiştir. Kentler yer değiştirir, yeni kentleri doğururlar.
Ortaçağlarda Anadolu’nun yeni fatihleri geldiklerinde kendi inançlarını ve kültürlerini getirirler, yerel birikimle sentezlerler. Ticaret yolları üzerinde kervansaraylar, bunların da çevresinde yeni kentler kurulurken coğrafi ve kültürel faktörler mekana yansır. Kıvrımlı yollar ve çıkmaz sokaklar savunma olanaklarını artırdığı gibi, gölge ihtiyacını karşılar ve soğuk rüzgarlara karşı korur kentlileri.
Selçuklu kentlerinin gelişmesini ipek yolu belirler: Sivas, Erzurum, Konya, Kayseri. Beyin, sultanın “royal” simgesi olan ulucamiler kent merkezlerini simgeler. Bunların yerini daha sonra Osmanlı kentinde selatin “imperial” camiler alacaktır.
Askeri teknoloji çağı değiştirir. Tunç Çağı’ndan beri kentleri koruyan surlar işlevlerini yitirmeye başlarlar. Barut, Konstantıniyye’yi fetheder...
Osmanlı kentinde çarşı pazar ortada bulunur ve ikametgahlar da bunun etrafında sıralanır. Sokaklar çarşı doğrultusunda açılır, çarşının orta yerinde de bedesten bulunur. Arazinin uygunluğu oranında çarşı çukur yerlere, evler de birbirinin manzarasını engellemeyecek şekilde yamaçlara yerleştirilir. Merkezde cami, bunun çevresinde de bu hayat tarzının mekansal unsurları bulunur: Dükkanlar, çeşmeler, sebil, imaret, medrese, muvakkithane, kütüphane...
19uncu yüzyıl çok önemlidir. Antik çağdan beri karakterlerini koruyan kentler bir anda değişmeye başlar. Sanayileşme (İstanbul, Haliç), uluslararası ticaret (Ankara), dünya ekonomisine eklemlenme (İzmir) binlerce yıldır değişmeyen kentlere yeni yüzlerini ve karakterlerini aldırır. Savaşlar, göçler, milyonluk nüfus hareketleri kentlerin bugün de hissedilen sorunlarını doğurur.
Ulaşım teknolojisindeki değişme, demiryolu, otomobil, havayolu kentlerin mekansal yapılarını çok süratli bir şekilde dönüştürür 19ncu ve 20nci yüzyılda. Yeni kentler tek bir işlevle bir anda kurulabilir: Maden (Zonguldak), liman (Mersin, Ordu), sanayi (Kırıkkale, Karabük), petrol (Batman), savunma (Gölcük) amaçlı kurulan kentler yanıbaşlarındaki binlerce yıllık komşularını geçiverirler modern zamanların gereksinimi olan işlevleriyle.
Günümüz kenti baş döndürmektedir. Sanayi, bununla gelen çeşitli hizmet talepleri, ulaşım, haberleşme, eğitim, sağlık, uluslararası ilişkiler, turizm, sınırsız ekonomik gelişmeler ve dünya ile eklemlenme, bununla beraber artan gelir eşitsizliği, kültürel farklar, yabancılaşma, hızlı toplumsal değişim, patlayan tüketim ve ticaret, çevre kirliliği, siyaset, artan suç oranı, terör, yüksek kent rantları (İstanbul’da taksi plakası 500binYTL’den satılmaktadır)... Bunlar zamanımız kentinin mekansal yapılarını dönüştüren binlerce faktörden yalnızca ilk aklımıza gelenler.
Buna rağmen değişmeyen şeyler de vardır: İstanbul’un stratejik konumu 3ncü yüzyıldakinden daha az önemli değildir. Kayseri yine yolların kavşağıdır; tüccarı Kaneş-Karum’dan beri iyi satar malını. Çanakkale hala kaledir, geçirtmemek lazım gelir. İzmir’i İzmir yapan limanıdır, Gediz doldurursa, Efes niyetine gezilir. Artan nüfus ve göç hala sıkışık mahalleler yaratmaktadır kentlerin etrafında; tıpkı 9000 yıl öncedeki Çatalhöyük gibi.
Ve ben, modern zamanların konforlarına sahip, çok katlı, muhtemelen gerektiği gibi yapılmamış binamın penceresinden Ayasofya’yı görüyorum; ve bu kentte 6ncı yüzyılda yaşayan bir insandan daha fazla korkuyorum depremden. A. Serhan Güngör
Yazan: Serhan Güngör