Çok uzun zamandır hayalini kurduğum bir rotadan henüz döndüm. Bedenim burada İstanbul’un karmaşasına karıştı bile ama aklım ve gönlüm hala uzaklarda bir yerlere takılı. Neresi diye soracak olursanız bekletmeden cevabını vereyim: Norveç’in Kuzey Kutup Dairesi’nin de kuzeyinde kalan kıyıları ve tabii ki Kuzey Burnu!
Sonbaharın ilk günlerinde çıktık yola. Bergen’den başlayacak maceramız için heyecanlıydım. Daha gitmeden rüyalarıma giren o uzak ve ıssız topraklara kavuşacak olmanın heyecanıydı bu kesinlikle! Bunca senedir gezi rehberliği yapıyorum, kültür turlarına liderlik ediyorum ama hala bazen yolculuk öncesi kalp çarpıntısından uyuyamıyorum. Bu sefer de böyle oldu ve geceyi uykusuz geçirdim. Ama THY uçağı Oslo’ya konduğunda, heyecanım yerini büyük bir merak duygusuna bırakmıştı bile. SAS aktarmasıyla Bergen ve oradan da Norveç Posta Gemisi HURTIGRUTEN’e ulaştık.
Hurtigruten sistemi alışıldık gemi turlarından çok farklı. Bir kere gemilerinin mütevazı boyutları sayesinde, diğer kocaman gemilerin giremediği her fiyorda girip, yanaşamadığı her limana yanaşabiliyor. Bundan gemilerin küçücük olduğu sanılmasın! Bizimki 622 yolcu kapasiteliydi. Ama tabii ki 4000-5000 kişi alan yüzer köylerin yanında küçük kalıyor… Tam bana göre! Gemilerde konfor var ama lüks yok. Sağlıklı ve taze yemekler var ama 24 saat boyunca açık büfeler yok. Sinema, casino, disko, alışveriş katı v.s gibi şeyler yok. Sessiz, sakin ve manzaraya odaklanan bir gemi seyahati dileyene, gözü her an dolduran nefis görüntüler sunuyor her anlamda. Bergen’den en kuzeydeki Kirkenes’e kadar, 2400 km.lik rota üzerinde 34 limana uğrayarak, kimi limanda yolcu ve mal indirerek, kimilerinde daha uzun kalıp etrafı gezerek bir hafta boyunca dünyayı unuttuk.
Bu sistem 1893’te, o zamanlarda karadan yolu izi olmayan kıyı yerleşimlerine, balıkçı köylerine ulaşabilmek amacıyla kurulmuş. O günlerde tek bir gemiyle başlayan hizmet, bugün 11 gemiyle, yılın her günü, fırtına demeden, karanlık demeden, deneyimli kaptanların idaresinde devam ediyor. Biz Bergen’den kuzeye, Kirkenes’e kadar gittik. İsteseydik, oradan dönüşe geçen gemide kalıp, aynı rotayı güneye doğru, yine aynı limanlara ama bu sefer başka saatlerde uğrayarak yapabilirdik. Zaten bu gemilerin müdavimleri alışkanlık haline getirmişler, öyle yapıyorlar. Sebebi çok açık: Gece uyurken uğranan limanları bir de gündüz gözüyle görebilmek! Biz kuzeye gidip, oradan uçakla güneye döndük. Ama açıkçası beraberimde seyahat eden gezginlere o anda sorsaydım, eminim ki hepsi uçağı boşver, bir hafta daha kalalım, güneye de gemiyle gidelim derlerdi! Öyle sevdik, rahat ettik ve etkilendik!
Bizim gemimiz MS NORDKAPP’tı. Orta büyüklükte, her türlü konforu sunan ama lüks arıyorsanız onu bulamayacağınız bir gemiydi. Kabinler küçük ama rahat ve yeterli donanımda, sabah kahvaltısı ve ogle yemekleri açık büfe, akşam yemekleri ise uğranan limanlardaki yerel üreticilerden günlük temin edilen taze malzemelerle yapılan ve oturmalı düzende masaya servis edilen menülerden oluşuyordu. Gemi mürettebatı çok canayakın ve profesyoneldi. Gündüzlerimiz genellikle 7. Kattaki seyir terası ve 4. Kattaki café ile toplantılar yaptığımız kütüphane arasında geçti. Yanaştığımız limanlarda da çevre gezileri yaparak, sadece kıyı şeridini değil, iç bölgelerde olan güzellikleri de keşfettik.
Bazı anlar benim için unutulmaz oldu:
Bir sabah Kuzey Kutup Dairesi’ni geçeceğimizi bildiğim için, sabahın erken saatlerinde sıkı sıkı giyinip kendimi güverteye attım. Elimde sıcak kahvem ve fotoğraf makinamı unuttuğum için fotoğraflarımı çekmekte kullandığım cep telefonumla beklemeye başladım. Zaten çok sürmedi, anons yapıldı: Birkaç dakika solda gemimizin iskele tarafında, bir adacığın üzerinde, Kuzey Kutup Dairesi’ni simgeleyen anıtı göreceksiniz. Koskoca geminin güvertesinde o sırada sadece ben vardım! Bütün dünya, deniz ve Kutup Dairesi bana kalmıştı sanki! Ve o an geldi! Kayalık bir adacığın üzerinde bir küre! Bir an durup dünya haritasında nerede olduğumu gözümde canlandırdım. Duygu dolu bir andı benim için açıkçası! Çünkü çocukluğumdan beri hayal ettiğim şeylerden birini daha yapıyordum o anda! 66 derece 33 dakika! Kuzey Kutup Dairesi! Gemimizden bir düdük sesi yükseldi, anıtın tam yanından geçtik ve sonra ada yavaş yavaş ardımızda kaldı. Deniz gri, gökyüzü gri ve hava yağışlıydı ama benim içimde gökkuşakları oluşmuştu mutluluktan!
Böyle bir duygusal anı, ünlü Kuzey Burnu’nda da yaşadım. Kimileri Avrupa’nın en kuzey noktası diyor ama başka yerlerin koordinatlarını öne sürerek buna katılmayanlar da var. Yine de 71 derece 10 dakika 21 saniye Kuzey ile benim bugüne kadar ulaştığım en kuzey noktaydı burası! Oradan 90 derece Kuzey Kutbu’na sadece 2000km kaldığını düşünmek bile beni heyecanlandırıyordu! Normalde her zaman çok rüzgarlı ve kapalı olan Kuzey Burnu bizi o gün pırıl pırıl bir güneş ve neredeyse rüzgarsız bir havayla karşıladı. Deniz masmavi ve sakindi 307 metre aşağıda. Pusulamla kuzeyi tam olarak belirledikten sonra ufuk çizgisine diktim gözümü! O suları aşmaya cesaret eden, 90 dereceye gitmeyi kafaya koymuş nice insanı ve onların hikayelerini düşündüm uzun süre. Amundsen, Nansen, Nobile… Kimi o uğurda canını vermiş nice insanın hatırasına birkaç dakika sessiz kaldım. Kuşları, dalgaları ve rüzgarı dinledim. O boş denizi seyretmek gerçekten beni çok ama çok etkiledi.
Bir başka heyecan verici an ise, normalden çok erken başlayan Kuzey Işıkları -Aurora Borealis- olayına tanık olduğumuz andı. Aslında günlerin daha kısa, gecelerin daha uzun ve havaların çok daha soğuk olduğu zamanlarda gözlenen bir doğa olayı bu. Güneşten kopup dünyamızın atmosferine giren partiküller,kutupların etrafında bir taç gibi –corona deniyor- toplanırlarlar, yani polarize olurlar. Bu partiküller atmosferin bileşenleriyle reaksiyona girer ve ortaya gecenin karanlığında gözlenebilen bir ışık gösterisi çıkar. İşte buna tanık olduk! Kuzey Kutup Dairesi’nin kuzeyindeki en büyük şehir olan Tromsö’yü gezerken o akşam Kuzey Işıkları görülebileceğine dair bir haber aldık. Tromsö’de Arktik coğrafya üzerine çalışmalar yapan araştırma merkezleri, üniversiteler ve POLARIA Kutup Araştırmaları Merkezi var. Benim de derlemiş olduğum bilgilere göre Tromsö, bu fenomenin en iyi gözlendiği yerlerin başında geliyordu. Bunun üzerine buz gibi havaya, derimizi delip geçen kuzey rüzgarına rağmen, gecenin karanlığında bekledik. Ve ödülümüzü aldık!!! Önce hafiften başlayan aydınlık noktalar çok geçmeden bir ışık seline dönüştü. Gökyüzü dalgalanan ve sürekli şekilden şekile giren, bazen meteor yağmurlarına bazen de havai fişek patlamalarına benzeyen ışık demetleriyle doldu. Bir ara tam tepemizde bir göz oluştu sanki ve o merkezden yayılan ışıklar tüm gökubbeyi doldurarak bizi tamamen ışıktan oluşan devasa bir çadırın içine alıverdiler. Önce heyecandan bağırıp durduk çocuklar gibi ama çok geçmeden büyülenmiçcesine sesimiz soluğumuz kesildi. İçimin ürperdiğini hatırlıyorum. Sanki inanılmaz bir bilimkurgu filminin içine alınmış gibiydik! İki saatten fazla sürdü bu gösteri ve daha önce bunu yaşayanların söylediklerine göre, o akşam görülen ışıklar olağanüstüymüş! Bu da bizim şansımız oldu!
Bir hafta boyunca Norveç’in kıyılarında kuzeye seyahat ettik. Hem kuzey denizlerini hem de şehirleri, köyleri, adaları ve kimselerin göremediği fiyordları tanıdık. Güzel bir deneyim oldu, bu kadarını hiçbirimiz hayal bile etmemiştik. Yeniden döneceğim zamanı şimdiden iple çekiyorum doğrusu…
Yollarda görüşürüz…