Ortodokslar için zeytin ve zeytinyağının ayrıcalıklı, kutsanmış bir yeri vardır..Kiliselerde, ayazmalarda, evlerde ikonaların önünde zeytinyağı kandilleri ya-kılır. İncil’de de yazılı olduğu gibi, İsa’nın doğumundan sonra, üç müneccim kralın getirdikleri hediyelerden biri altın, biri buhur, biri de “miron” adı verilen kutsanmış zeytinyağıdır. Çarmıha gerilmeden önce; Hazreti İsa’nın çektiği acılara, yakardığı dualara, Zeytin Dağı eteklerindeki “Yetsimani” olarak tanımlanan bahçede tanıklık eden sekiz ulu zeytin ağacından söz edilir..Zeytin dalı, güvercin gibi Hazreti İsa’nın karakterini yansıtan barışı simgeler. Ortodoks kilisesi inancında; zeytinyağının uzun ve büyük emek gerektiren bir çalışmayla kutsal bir yağa dönüştürülmesi, geçmişten günümüze, Fener Rum Ortodoks Patrikhane kilisesinin avlusunda, bu iş için özel olarak kullanılan küçük bir binanın içinde yapılmaktadır.
Ortodoksların Miron, Müslümanların da “mühr” adını verdikleri kutsan-mış yağın üretimi, İstanbul’ un pek fazla bilinmeyen kendine özgü gizemli gelenekle-rinden birini oluşturur. Formülü, çağlar ötesinden uzanıp gelen bu özel yağın insan-ları kötülüklerden, nazarlardan koruduğuna inanılır. Bilhassa bebeklerin, yaşlıların, hastaların, acizlerin koruyucu bir zırhı gibidir. Pomat gibi insan tenine sürülen kutsal miron, bilhassa vaftiz edilen bebeklerin vaftiz teknesindeki suyuna karıştırılır. Hıris-tiyan inancında, mironla mesh edilen bir insan, Kutsal Ruh’un bir paçası haline dö-nüşür. Bu nedenledir ki, Ortodokslarda ölen kişilerin bedenlerine sürülen kutsal yağ olarak ta bilinir..14. Yüzyıldan bu yana İstanbul’da patrikhanede hazırlanan mironun yapımı; on yılda bir kere, Paskalya’dan bir önceki Pazar günü akşamında başlanıp üç gün boyunca dualar, ilahiler eşliğinde hazırlanıp kutsanarak öteki Rum Ortodoks kili-selerine gönderilir. Miron, bir kazan içinde portakal esansından baharata, tarçından Hindistan cevizine, şaraptan gülsuyuna saf zeytinyağının içine karıştırılan elli kadar malzemenin kısık ateş üzerinde, üç gün süre boyunca ağır ağır kaynatılmasıyla elde edilir. Hazırlanışı sırasında, görevli din adamlarının duaları ve ilahileri eşliğinde yapılan bir ayinle kutsanır. Kıvamını bulduktan sonra da kutsanmış yağ alınıp güğüm şeklindeki metal kapların içine doldurulup; buradan da dünyanın dört bir köşesindeki öteki Ortodoks kiliselerine gönderilir. Tarihin sararmış sayfalarında da görüldüğü gibi, eski Mısır tapınaklarından İbranilere kadar uzanan kutsanmış yağ geleneğinin, bugün her ne kadar Ermeni kilisesinden Kıpti kilisesine dek uygulandığı bilinmekteyse de, ritüelleri itibarı ile eski geleneklere en yakın ve en gizemli olanı, “Made in İstanbul” olarak niteleyebileceğimiz, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nde yapılan mirondur..
Hey gidi İstanbul sen ne güzellikler, ne zenginlikler, ne gizemler taşır-sın o kültürlerle yoğrulmuş bağrında. Aslında, sana “2010 Avrupa’nın başkentliği” bile az gelir..Sen, yalnız Avrupa’nın değil, dünyanın da baş tacı bir kentisin..Seni acımasızcasına yıktık, yeşillini yok ettik, denizini kirlettik, bir güzel canına okuduk. gerçek sahiplerini de kovaladık…Bilmem, 2010 için yaptıklarımızla kanayan yaralarını kapatabilmek, sana olan özrümüzü dile getirmek mümkün olacak mı ? Her ne kadar yakıp yıkmış olsak da, sen tarihe perçinlenmiş, bir başka benzeri olmayan güzellik ve asaletini korumaya devam etmektesin..
Evet, son günlerde dillerde dolaştığı gibi :
"Sahne senin için hazırlanıyor, ey aziz İstanbul..”