Kültür turizmi tarihsel ve doğal kültür varlıklarını, kültürel etkinlikleri ve sanat eserlerini turistik bir ürün biçiminde gezginlerin hizmetine sunan bir turizm anlayışıdır. Tüm kentsel, kırsal, arkeolojik kültür varlıkları, kentsel, kırsal ve doğal öğeler, anıtsal yapılar, sivil mimari örnekleri ve her türlü sanat eseri ve etkinliği (festivaller, özel günler, konserler, sergiler… etnografya, botanik, flora ve fauna, folklor, mutfak bu tanımın içindedir.
Kültür turizminin müşterisi turist ortalamasına göre; toplumsal statüsü daha yüksek, daha eğitimli, daha meraklı, gittiği yerde daha fazla zaman ve para harcayabilen, kültürel ve sanatsal etkinliklere daha duyarlı, katma değer yaratan, genelde çevreye ve doğaya, gezdiği ülkenin kültürüne saygılı, yöre insanını tanımaya istekli, gruplar içinde seyahat edebilen bir gezgin grubudur.
Kültür turizmi ayrıca dikkatli kullanılması gerekli bir terimdir. İçinde Kapadokya, Pamukkale adları geçen her gezi kültür turu değildir. Kültür gezileri belli bir konsepti ve hizmet standardını içerir. Kültür turizmi arz açısından nadir ürünlerdendir. Terör olayları, savaş gibi her yeri vurabilecek bazı konular dışında istikrarlı bir talebe sahiptir.
Bazı ülkeler yalnızca kültürel mirasa, bazıları yalnızca doğal güzelliklere, sayıları az bazıları ise hem doğal, hem kültürel zenginliklere sahiptir. Türkiye bu sonuncu ülkelerdendir ve bu niteliğiyle biricik, eşsiz, sıra dışı bir ülkedir. Çok kültürlü, çok renkli Türkiye ayrıca Asya – Avrupa arasında ciddi bir lokasyon avantajına sahiptir.
Güneş – kum – deniz turizmi Türkiye turizminin açmazıdır. Kıyı turizmi, Akdeniz başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde gerçekleştirilmektedir. Kısacası bol bir turistik üründür. Bu ürün yoğun rekabet ile, hele hele bazı siyası takıntılarla her an kaybedilebilir. Bazı büyük şirketler daha ucuz fiyatlar elde etmek için Türkiye’yi başka ülkelerle ikame edebilirler ki bunu geçmişte yaptılar. Güneş – kum – deniz ağırlıklı turizm yaklaşımında pazar kaybetme riski oldukça yüksektir.
Dünya Turizm Örgütü’nün rakamlarına göre 2003 yılında Türkiye’ye gelen turist sayısı 13.4 milyon, döviz girdileri ise 13.2 milyar ABD Doları’dır. 2004’de ise 17.5 milyon yabancı turistin geldiği söylenmektedir. Bunlar genelde güneş – kum – deniz ağırlıklı bir yaklaşımın göstergeleridir. Oysa Türkiye’nin yalnızca kıyıları yok; dünyadaki eşsiz kültürel, tarihsel, arkeolojik zenginliklere sahip. Tabii ki, bu zenginliklerin öncelikle Türkiye insanı tarafından fark edilmesi önemli etkili bir araç.
Ancak son birkaç yıla baktığımızda iki medyatik olay Türkiye’de patlama yarattı. Bunlardan biri Asmalı Konak. Kapadokya’yı özellikle 1995 sonrasında tanımaya başlayan Türkiye gezginleri için Asmalı Konak filmi bölgeye bir “çıkartma” sağladı. Asmalı Konak önünde Özcan Deniz’in balkona çıkmasını bekleyen yüzlerce insan Kapadokya’yı nasıl gezdi, nasıl algıladı, ayrı bir tartışma konusu. Ama insanlar bir Kapadokya’yı, Ürgüp’ü, Sinassos’u tanıdı. Kapadokya şarabı tattı. Türkiye’nin bir farklı coğrafyası ile tanıştı. Bölgede bir iç turizm olayı yaşandı. Kapadokya turizmine bir girdi sağlandı.
Ama hem içeride, hem de dışarıda ciddi yankı getiren medyadaki Zeugma tartışması oldu. Baraj suları altında kalacak mağdur Zeugma mozaikleri Güneydoğu Anadolu için gerçekten bir ivme sağladı. “GAP Turları” son üç yılın Türkiye’sinde “hit” oldu. Bu süreçte de öne Mardin çıktı. Zeugma konusu, sular altında kalacak Hasankeyf tartışmaları ile daha da alevlendi.
Yabancı gezginler açısından baktığımızda geçmişte iki film çok etkili olmuştu. Bunlardan biri “Geceyarısı Ekspresi”. Türkiye’yi ciddi ölçüde olumsuz etkilemişti. Diğer film “Topkapı” ise Türkiye’ye önemli ölçüde ilgi sağlayan bir yapıt olmuştu. Günümüz filmlerinden “Troya”, “İskender”, “Gelibolu” özel ilgi yaratmakla birlikte henüz ciddi sonuçlar üretebilmiş değil. Birkaç yıl önceki “Hititler” filmi de özel bir merak yaratmıştı. Ancak Hititler ve dolayısıyla Hattuşa’nın ya da Alaca Höyük’ün tanınmasında Mahfi Eğilmez’in yayınlar çok daha etkili oldu.
İnsanın kendi ülkesini kültürel boyutta tanıma çabasının değişik bileşenleri oluyor ve gezilecek yerlerin fiziksel koşulları dışında bu bileşenler medya tarafından yönlendirilebiliyor. Bir zamanlar Bodrum revaçtaydı (yaygın deyimiyle very in), yalnız sosyetik katmanlar için değil, her türden kişiler için. Ama Bodrum yerini daha sonra Çeşme’ye kaptırdı. Kültürel geziler anlamında bir zamanlar Safranbolu öndeydi, şimdilerde Cumalıkızık modası var; onu Mudurnu, Göynük ve Beypazarı izleyecek.
Türkiye’nin kültürel zenginliklerinin tanınması yalnızca piyasa ya da televizyon filmleri, belgeseller ile değil; konserler, “Eurovision” yarışmaları, daha da önemlisi sergi, bienal, gösteri, değişik kültürel etkinliklerle de gerçekleştiriliyor. Son olarak Londra’daki “Türkler” Sergisi’nin yansıması çok geniş oldu.
Türkiye içinde ilgi odakları yaratmada bireysel çabaları da göz ardı etmemek gerek. Kastamonu Valiliği’nin çabaları, bir Ürgüp Belediye Başkanı Bekir Ödemiş ile özellikle son bir yıldır Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu’nun uğraşıları bunlara örnek. Şanlıurfa’da, Kapadokya’da ya da Nemrut Dağı’nda konser veren sanatçıları, orkestraları da unutmamak gerek. Türkiye’de “kültür gezileri”nin öncülüğünü yapan FEST TRAVEL, yaklaşık 20 yıldır, Türkiye’de neredeyse öne çıkarılmayan yer bırakmadı. ATLAS başta olmak üzere gezi dergileri, bazı gazetelerin seyahat ekleri, özellikle doğal kültürel zenginliklere sahip birçok yerin algılanmasını sağladı.
Doğu Karadeniz’in yeniden canlandırılan şenlikleri, Trakya Kakava Şenliği önemli açılımlar getirdi. Bazı geleneklerin yeniden canlandırılması farklı heyecanlar yarattı. Örneğin Armada Oteli sahipleri Kasım Zoto ile Mehmet Atatansu’nun Ahırkapı ve çevresinde düzenledikleri Hıdrellez Şenliği’ne 20 bin kişi katıldı.
Türkiye’nin kültürel zenginliklerinin tanınması sürecinde heyecan yaratmada tabii ki medyanın yeri çok önemli. Ama daha da önemli olan bu zenginliklerin “olması gerektiği” şekilde paylaşılması, gezilmesi ve algılanması. Bir de günümüzde “turist kirliliği” diye adlandırdığımız olumsuz sonuçlardan kaçınılması.