Kopenhag’ın İmzası: Siyah Elmas
Yakın dostlarım çok iyi bilirler ki yaz ayları geldiğinde beni karalar bağlar! Sıcaktan hiç hoşlanmam, bunalırım ve asabi bir insana dönüşürüm. O uzun yaz günleri geldiğinde ya evden çıkmam ya da yıllık turlarımın büyük bir kısmını kuzey ülkelerine denk getirerek en az hasarla kurtulmaya çalışırım.
İşte yine öyle günlerden birinde hangi kuzey ülkesine iltica etsem diye düşünürken önüme bir promosyon geldi. İnanılmaz bir fiyata kendimi Kopenhag’da buldum!
Birleşmiş Milletler’e göre dünyanın yaşanması en iyi kentlerinden biri Kopenhag! Sosyal hizmetler, güvenlik, sanatsal etkinlikler gibi pek çok kriteri göz önüne aldığımızda bu şehir defalarca en üst sırada yer almıştı. Danimarkalılar da sakin ve rahat insanlar. Sosyal güvenceden yana hiçbir eksikleri olmadığı için ne okul dertleri var ne yaşlılık. Kimse geleceğim ne olacak diye kara kara düşünmüyor. İdeal ortam! Bir de yaz başlayıp havalar yumuşadığında, o zaman da şehrin ve sakinlerinin keyfine değecek olmuyor. Herkes, çoluk çocuk, genç ihtiyar sokaklara dökülüyor. Kafeler, restoranlar ve sabaha kadar açık pek çok park, Kopenhaglılar’a güneşli günlerden faydalanmak için harika bir ortam sunuyor. İşi bir adım öteye götürenler ise birer kanoya atlayıp şehrin kanallarında kürek çekiyorlar. Bir dahaki gidişimde bunu ben de yapacağım mutlaka!
Şehir bizim ölçülerimize göre pek de büyük sayılmaz. Bisikletle bir ucundan diğerine yaklaşık yirmi dakikada gidebilirsiniz diyorlar. Denemedim ama inanıyorum. Nüfusu ise 550.000 civarında.
Her yer son derece sakin, temiz ve iyi planlanmış. Tasarım harikası pek çok şeyi sağda solda görünce şaşırıyor insan. Örneğin havalimanında oturduğumuz sandalyeler bile Arne Jacobsen tasarımı! Metro istasyonlarından parktaki banklara kadar her yerde kuzeyin sadeliği ve sofistike bakışını görebiliyorsunuz.
Pahalı olmasına pahalı ama her gün Michelin yıldızlı bir restoranda yemek yemezseniz, bütçenizi çok dağıtmazsınız. Evet, gerçekten de bu şehirde 14 Michelin yıldızlı restoran var! İşin erbabı buralara gelirken rezervasyonunu bir yıl önceden yaptırıyormuş! Ama ben bu erbaptan olmadığım için parklarda herkesin kullanımına açık barbekü köşelerinde, marketten satın aldığın sosisleri kızartıp harika ziyafetler, keyifli piknikler hazırladım kendime! Bu da iyi bir yöntem! Hem de etrafınızda sizin gibi çimlere yayılmış şehir sakinleriyle sohbet etmek de büyük keyif oluyor.
Şehrin içinde dikkat çeken bir başka detay ise ünlü kahve zincirlerinin pek bulunmayışı! Danimarka pek çok kuzey ülkesi gibi dünyada kahvenin en çok tüketildiği ülkelerin başında geliyor ama Starbucks gibi tanıdık yüzlere şehrin içinde rastlayamıyorsunuz. Daha çok bağımsız kafeler ve içinde sanat, tasarım ve sergi konsepti barındıran genç yüzlü mekanlar buluyorsunuz. Her şeyin aynılaştığı, tektipleştiği dünyada taze nefes oluyor insana!
Ben de böyle neşeli günlere denk geldim Kopenhag’da. Gezdim dolaştım. Müzelerini ziyaret ettim. Parklardaki konserlere katıldım. Uzun güneşli akşamlarda sahilde yürüyüş yapıp, lezzetli biralarından tattım. Ama gezip görmeyi en çok sevdiğim yerlerin biri, Kopenhag sakinlerinin Siyah Elmas dedikleri, Danimarka Kraliyet Kütüphanesi’nin yeni bölümü oldu. Aslında çok daha önceden de gezmiş görmüştüm ama bu sefer daha uzun zaman kalınca şehirde, uğrak yerlerimden birine dönüştü bu güzel bina. Bilgisayarımı alıp, herkesin kullanımına açık masalarda oturdum. Cam cepheden içeri sızan manzaraya karşı saatlerce çalıştım ve bu şehirde yaşasam her gün buraya gelirdim dedim kendi kendime. Böyle imza yapılar kente karakter katıyorlar, bu bir gerçek!
Siyah Elmas, Kopenhag’ın büyük rıhtım projesinin bir parçası olarak 1999 senesinden tamamlanmış. Arkasında bakımlı bir bahçenin içinde yer alan Kraliyet Kütüphanesi’nin yeni kanadı olarak planlanan binayı, Schmidt Hammer ve Lassen firması tasarlayıp inşa etmiş. 1986’da kurulan bu firma bugün dünyanın pek çok prestijli yapısının da sahibi.
Sadece kütüphane deyip de geçmemek lazım çünkü burası yaşayan bir kültür merkezi aynı zamanda. Kraliçe Salonu denen 600 kişilik oditoryumda, oda müziği ve jazz konserleri başta olmak üzere pek çok etkinlik düzenleniyor. Kütüphanenin, Diamond Ensemble adında kendi oda müziği topluluğu da var. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen önemli sanatçıları, konserlerine konuk ediyorlar. Ayrıca kuzey ülkelerindeki en büyük müzik arşivine sahip kütüphane olarak, kendi arşivlerinden oluşturdukları konser programları ile, fark yaratıyorlar.
Aynı salonda uluslararası üne sahip yazarlar ve entelektüeller, sık sık konuşma yapıyorlar. Şöyle bir araştırınca karşıma Paul Auster’den Kofi Annan’a uzanan geniş bir yelpaze çıktı.
Kütüphanede iki müze bulunuyor. Bunlardan biri, çizgi film ve karikatür üzerine yoğunlaşmışken bir diğeri de Ulusal Fotoğraf Müzesi adını taşıyor. Siyah-Beyaz haber fotoğraflarından oluşan nefis bir sergiye denk geldim. Özellikle eski Çekoslovakya’da yaşanan devrim sırasında çekilmiş fotoğraflar çok etkileyiciydi.
Şehrin en güzel manzarasına sahip teraslarda biri bu kütüphanenin tepesinde yer alıyor. Ayrıca çok iyi bir restoran ve kafe de var içinde. Dedim ya, bir girdim mi bir daha çıkmıyordum doğrusu.
Peki neden Siyah Elmas diyorlar?
Zimbabwe’den çıkarılıp, İtalya’da cilalanmış, Mutlak Siyah adıyla anılan özel bir granitten inşa edildiği için bu şekilde anılıyor.
Binaya baktığınızda hiç de kurallara uymayan açılar ve köşelerle dolu, tuhaf bir prizmatik şekille karşılaşıyorsunuz. Sanki suyun içinden fırlamış gibi duruyor. Ama bir başka taraftan bakıldığında da sanki dokunsanız suya düşecekmiş gibi bir hava yaratmayı da başarmış mimarlar!
Binanı cephesinde cam bir bölgeyi sanki bir ışık vadisi gibi bırakıp, yapının içine doğal gün ışığını olabildiğinca alabilmeyi hedeflemişler. Ben bu cam bölümden içeri giren deniz ve karşı kıyının manzarasını seyretmeyi çok sevdim.
Bir başka detay ise, C katının tavanında yer alan Kirkeby Freski. İsmini yaratıcısı Per Kirkeby’den alan bu 210 metrakarelik tavan çalışması, kütüphanenin kaynaklarına göre, kuzey ülkelerindeki en büyük freskmiş ve sanatçısı bir yıl boyunca üzerindençalışarak tamamlamış. Freskin canlı renkleri binanın siyah, cam ve çelik minimalizmine tezat yaratıyor. Çok hoş gerçekten.
Bu modern yapı ile yolun diğer tarafında bulunan eski kütüphane binasını bir köprü birleştiriyor. O köprüden geçmek gerçekten tam bir zaman yolculuğu yapmak gibi çünkü bir anda kendinizi iki yüzyıl öncesine ışınlanmış buluyorsunuz. Ya da tam tersi!
Tabii Kopenhag sadece bu anlattıklarımdan ibaret değil! Ancak ben bu yazıda size, şehre büyük bir değer ve anlam katan, içinde pek çok özelliği barındıran çok katmanlı bir mücevheri tanıtmak istedim.
Yolunuz Kopenhag’a düşserse, klasik rota ve gezilecek yerlerin yanısıra, listenize bu müthiş kütüphaneyi de eklemeyi unutmayın! Tepesindeki terastan görülen manzara bile yeter!