La Paz 1548 yılında İspanyol Conquistadores' lerden Alonso de Mendoza tarafından, bölgenin AYMARA yerlilerinin yaşadığı Choquiapo köyünün üstüne Nuestra Senhora de la Paz adıyla kuruluyor. Yakınlardaki zengin altın ve gümüş yataklarının peşinde olan İspanyollar, ateşli silah üstünlüklerini kullanarak yerlileri neredeyse esir alıp, Batı'daki okyanus sahiline akıtıyorlar bu zenginlikleri. Oradan da ver elini İspanya! Bütün bu hareketin orta noktasında yer alan La Paz, hızlı bir gelişim süreci izleyerek And Dağları'nın Altiplano olarak adlandırılan yüksek düzlüklerinin en zengin kenti konumuna geliyor. Ülke Simon Bolivar'ın önderliğinde, 1825 yılında bağımsızlığını kazanınca, La Paz özgür Bolivya yönetiminin merkezi oluyor. Bugün de her türlü zorluğa rağmen, Bolivya'nın başkentliği görevini sürdürüyor.
Derin bir kanyonun içinde kurulu kent, yukarıdan bakıldığında gerçekten tüyler ürpertici bir görünüme sahip. Yukarıda bulunan uydu kent El Alto ile aşağıda bulunan Prado ve hatta daha da aşağıdaki varsıl mahalleler arasındaki rakım farkı 1000 metreden fazla. O kadar ki, tepede değil ağaç ot bile bitmezken, aşağıdaki yumuşak iklimli ve bol oksijenli mahallelerde, palmiyeler ve begonvilli bahçeler bulunuyor. Fark dehşet verici! Bol oksijenden bahsetmişken şunu unutmamak lazım: La Paz, şehir merkezinde ulaşılan 3600 metrelik rakımı ile, dünyanın en yüksek başkenti ünvanını elinde tutuyor. Yukarı şehir El Alto' da 4100 metrede bulunan uluslararası havalimanı, dünyanın en yüksek rakımlı alanlarından biri...Her isteyenin kolaylıkla iniş kalkış yapabileceği bir alan değil zira bu yükseklikte havanın kaldırma kuvveti deniz seviyesine göre o kadar az ki, uçaklarda bazı ayarların özel olarak denetlenmesi gerekiyor. Gerçek bir ustalık ve alışkanlık gerektiriyor bu tip iniş kalkışlar.
Şehrin eski bölümünde yer alan "Cadılar Çarşısı" La Paz'a çok yakışıyor bence. Burada satılan ürünler kurutulmuş lama ceninlerinden başlayıp zehirli ve sarhoş edici San Pedro kaktüslerine dek uzanan geniş bir yelpazeye sahip. Eh, sadece domates, patates ve mısır satılsa olmazdı ki zaten! Şehrin ruhuna uymazdı! Burada Toprak Ana, Büyük Tanrıça Pachamama' ya, adak törenlerinde sunulan bir çok tanıdık tanımadık obje var. Ama en ilginçleri rengarenk bolluk bereket sembolleri; sevişen kadın erkek heykelcikleri; daha önce bahsettiğim kurutulmuş lama ceninleri; minik büyü bebekleri; şekerden yapılmış paralar; renkli fotokopiyle çoğaltılmış euro ve dolar desteleri; kartondan yapılıp süslenmiş ev, araba, otobüs, kamyon, dükkan ve hatta sahnede şarkı söyleyen rock grubu şeklindeki sunular... Fakat işin daha da ilginci, Pachamama' ya sunulan bu sembollerin ve akılalmaz objenin, Titicaca Gölü kıyısında kurulu Copacabana'daki büyük hac merkezi olan Meryem Ana Kilisesi önünde de satılıyor olması. Hem de Tanrı'nın Anası'na sunmak için! İşte yerliler Hristiyanlığı ancak bu şekilde benimsemişler. Meryem' i Pachamama ile özdeş tutarak. Birini öbürüne dönüştürerek... Tıpkı bizim Anadolu topraklarının Kibele'sinin, Hititler'in Hepat'ının, İyonya'nın Efes Artemisi' nin Meryem Ana' ya dönüşmesi gibi...
Şimdi "bana göre mutlaka yapılması gerekenler" listesi vereyim:
Gün olur da yolunuz Bolivya' ya düşerse, mutlaka haberim olsun. Oralarda yapılacak daha bir sürü renkli şey var. Ama hepsini buraya yazarsam size ne kalacak araştırmak için? Yola gitmenin en güzel yanlarından biri de önce evde çalışmaktır bence...