Bir sel felaketi acılarını, yaralarını derin şekilde bırakarak geldi geçti. Tanrı, olası başka felaketlerden korusun, ama öncelikle de politikacılardan belediyecilere başımızdakilerin artık, dere yataklarının şakası olmadığını dikkate almalarını, bu gibi afetlere açık bölgelerde, imara izin vermemelerini nasip etsin... Sel geldi geçti ve beraberinde adını pek fazla bilmediğimiz, duymadığımız, İstanbul’un sınırları içinde akan önemli bir derenin adını oldukça aktüel bir hale getirdi.
Aya Mama deresi, Bizans dönemindeki adıyla Ayios Mamas, milyonlarca yıl öncesinde geniş bir nehrin, dere şeklinde günümüze kalmış bir kırıntısı… Yani, milyonlarca yıl önce gürül gürül bir nehir şeklinde akan bu su, gelip geçen uzun zaman süreci içinde küçülüp ufalmış ve bugünün Aya Mama deresi olarak günümüze kadar gelmiş... Dere adını, Kapadokya’nın Aksaray ili sınırları içinde, eski Mamasum, ya da bugünkü adıyla Gökçe köyünde doğup büyümüş, çobanlık yaparak geçinmiş ve İsa’nın öğretisini benimsemiş olduğu için pagan Romalılar tarafından genç yaşta katledilmiş bir Hıristiyan azizinden alıyor. Gelin, İstanbul’daki söz konusu dereye adını veren Aziz Mamas’ın ilginç hikâyesine bir göz atalım:
Aziz Mamas, öteki adları ile Aziz Mammes ya da Aya Mama, Hıristiyanlık aleminde ermişlik katına ulaşmış din kahramanlarından biridir. Avrupa’da bilhassa Yunanistan, Kıbrıs ve Fransa’da çok popüler olan, adının bazı kiliselere, hatta bazı küçük yerleşim birimlerine verilmiş olduğu bu aziz; tarihi kaynaklara göre Kapadokya’nın Nakida (Niğde) ve Arkhelais (Aksaray) sınırlarına yakın bir yerde, bölgenin eski ünlü volkanik dağlarından Hasan Dağı’nın (3268 m) eteklerinde yaşamış; beslediği koyun ve keçilerden, hatta ehlileştirmiş olduğu geyik gibi vahşi hayvanlardan elde ettiği sütlerle peynir, yoğurt yapıp fakir insanlara dağıtarak yardım etmiş, etrafındakilere Hıristiyanlığı yayıp sevdirmeye çalışmış bir çobandır.
Tarihi kaynaklarda, genç yaşta Roma İmparatoru Aurelianus’un (Licinius Domitius / İ.S. 270-275) emri üzerine yaşadığı topraklardan Cesareia’ya (Kayseri) getirtilerek, Hıristiyanlığı yaydığı nedeniyle işkenceyle şehit edilen Aziz Mamas’ın mezarının bulunduğu yere Bizanslılar döneminde bir kilise yaptırılmıştır. Büyük bir olasılıkla da, daha sonraki devirlerde kemikleri Hasan Dağı’nın eteklerindeki Mamasim adı verilen yere getirilerek yeni bir mezara gömülmüş ve bu yer yüzyıllar boyunca Kapadokyalı Hıristiyanlar tarafından çok önemli bir kutsal ziyaret yeri haline dönüştürülmüştür.
Çok sonraları, bölgeye gelip yerleşen Müslümanlar tarafından da ziyaret edilmeye başlanan mezar Pir Şemmas Türbesi adını alarak dua edilen, mum yakılan; çaresizlere şifa aranılan bir yatır haline dönüştürülmüştür.. Şemmas adının eski Türkçe’de “başının tepesi traşlı papaz” anlamına gelmesi de önemli bir ayrıntı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bizanslılar döneminde, Kapadokyalı çoban Aziz Mamas’ın oldukça artan popülerliği, Kapadokya ve Anadolu topraklarından çıkarak Yunanistan, Kıbrıs, Girit. gibi.. Ortodoks dünyasının birçok köşesine yayılmıştır. Son yirmi yıldır Kapadokya’da yaptığım araştırmalarda; bugün de var olan Aziz Mamas’ın (gerçek ya da temsili) mezarı, Kapadokya’nın pek bilinmeyen köşelerinden birinde; eski adını gene bu azizden alan, ufak bir köyde bulunmaktadır..
Aksaray’dan Nevşehir’e doğru gelirken, ünlü Selçuklu Kervansarayı Ağzıkarahanı’nı geçtikten altı-yedi kilometre kadar sonra, yolun sağında, girişinde büyük bir tabelanın yer aldığı Gökçe Köyü yolu, sizi, eski adı Mamasim olan, bugünkü Gökçe Köyüne getirecektir. Köyün orta yerindeki çeşme başına geldiğinizde arabanızı park edip, hemen karşıda yer alan kahveye Pir Şemmas ya da Şambaz Baba Tekkesinin yerini sorarsanız (çünkü yöre halkı bu yeri uzun zamandan beri böyle adlandırmış), sizlere tarif edecek veya oraya kadar götürmek için sizlere yardımcı olacaklardır.
Köyün ortasından geçen yol, takip edildikten sonra, Şambaz Baba Tekkesi denilen yere gelinmekte, karşınıza 1924 yılına kadar köyde ikâmet eden Rumlar ve Ermeniler tarafından inşa edilmiş (tipik eski Kapadokya Rum mimarisi), pencereleri taşlarla örülü, kapısı kapalı basit bir taş bina çıkmaktadır.. Şahsen yaptığım araştırmalardan edindiğim izlenimlere göre, bu yapının geçen yüzyılda (belki daha da eski) papazlar tarafından kullanılmış bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Gene köylülerden aldığımız bilgilere göre burası, uzun zamandan beri samanlık veya hayvan damı olarak da kullanılmıştır.. Sözünü ettiğimiz bu yapının hemen sol tarafındaki, içine küçük bir kapıdan girilen Pir Şemmas ya da yeni adıyla Şambaz Baba Tekkesi’nin anahtarını oralardaki köylülerden birine sorun. Tekkeden sorumlu kişi en kısa zamanda gelip kapıyı sizlere açacaktır. Bir insanın geçebileceği büyüklükteki bu kapıdan içeriye girildiğinde, zemini halı ve kilimlerle kaplı, duvarları boydan boya büyük yastıklarla döşenmiş bir odaya gelinmektedir. Ziyaretçiler için bir dinlenme yeri hatta misafirhane olarak kullanılan bu odaya tam bir tekke görüntüsü veren, yastıkların üzerine yerleştirilmiş namaz seccadeleri ve tespihler, sol taraftaki taşlık sahanda, kiminin içi boş, çoğunun üzerinde Şemmas Baba yazılı bir yığın madeni ibrik ve toprak testi buraya gelip ibadet eden ziyaretçilerin hizmetine sunulmuştur. İbriklerin, testilerin içindeki sular gelenlerin abdest almaları; hatta yöre halkının inancına göre geceleri Şemmas Baba’nın ruhunun kalkıp abdest alması için doldurulmuştur ! 1
Tekke görünümündeki bu odadan bir başka odaya açılan ve biraz eğilerek geçilebilen 1 metre uzunluğundaki küçük, dar kemerli bir aralıktan kayaların içine oyulmuş ikinci büyük bir odaya girilir. Dipte absid, ortada iki sıra üçer sütun burasının Bizans döneminde kullanılmış bir kilise olduğunu göstermektedir. XIX. Yüzyıl Kapadokya tarihçilerinden Nicolas Serrai, “Sancti Mamantis Templum Urbi (Nazianzenae) Vicinum” da, kilisenin XI. yüzyılda, belki de daha önce Aziz Mamas için yaptırılmış olduğunu yazmıştır. Hacettepe Üniversitesi’nden Dr.Yıldız Ötüken’e ve Hıristiyan Tarihçisi Fransız Papaz Pére Blanchard‘a göre kilisenin mimari karakteristiği VIII. ve IX. yüzyıllara tarihlendirilmektedir.. Zemini, küçük bir mescitte olduğu gibi halı ve kilimlerle döşenmiş olan bu eski kilisede, civar köylerden gelen ziyaretçiler namaz kılıp, ibadet etmektedirler. Sol taraftaki duvarın tam ortasında büyük bir niş, nişin içinde de üzerinde küçük bir ampul yanan yatır görülmektedir !. Üstü, yeşil bir örtüyle kapalı sanduka tipindeki taştan yapılmış lahit mezarın baş tarafında sarık şeklinde basit bir başlık bulunur. Nişin içinde, sandukanın etrafında, niş duvarı oyuklarında, yanıp bitmiş veya yarım kalmış mum artıkları, mum isinin bırakmış olduğu siyahlıklar mevcuttur. Lahidin hemen arkasında da, çok eski olduğu belli, içinde, üzerlerine dualar yazılmış kâğıtlar, Kur’an sayfaları, dilek için atılmış bez, çaput parçaları bulunan üzeri camla kapalı küçük bir sandık yer almaktadır.. Mezarın örtüsü hafifçe kaldırıldığında, içinde kemikler bulunan küçük bir taş lahitle karşılaşılmaktadır.
Bu kemik parçaları içinde, şahsen gözüme çarpan, birinin ucu kopmuş iki tibia (bacak) kemiği idi. Bunlar yüzyıllar boyunca buraya dua etmeye gelen Hıristiyan ve Müslümanlar tarafından tutulup ellendikleri için (bazı hastalıklara şifa dilemek inancı ile) verniklenmiş gibi pırıl pırıl parlıyorlardı. Kemikleri alıp incelediğimizde, iki kemiğin de aynı boy ve yapıda olmadıkları ilgimizi çekmişti.
Basit bir varsayımla, belki de bu kemikler çok önemli bir din adamı veya bir papaza ait olup röliker olarak buraya bırakılmış olabilirlerdi.. Kemiklerden tam olanının ortası 15 cm. uzunluğunda düz bir gümüş plaka ile sarılıydı..
Ayrıca, gene lahit içindeki kemiklerin arasında büyük bir geyik boynuzu parçası yer alıyordu ! Bu muhakkak ki vahşi hayvanları ehlileştirip besleyen, onların sütünü sağan Aziz Mamas’a ithaf edilmiş bir semboldü 2
Yatırın içinde bulunduğu nişin iki yanında da küçük, dar kapılı iki karanlık odacık yer alıyordu. Sağ taraftaki odada yere serilmiş kilimlerin üzerinde yer yatağı görünümünde bir sedir, yanında da bir kap görülmekteydi. Burası; yıllardan beri civar köylerden getirilen akıl hastalarının, spastik özürlülerin bir geceliğine bırakılıp kapatıldıkları odaydı. Çünkü yöre halkına göre, buraya kapatılan hastaların Şemmas Baba’nın ruhu tarafından mucizevi bir şekilde iyileştirileceğine inanılıyordu. Yatırın içinde bulunduğu nişin sol tarafındaki odanın ise boş olduğunu görmüştük. Bu odanın tavan kısmında yer alan bir delikte, Kapadokya yer altı şehirlerinde bulunan merdivenlere benzer basamaklar görülüyordu.. Gene yöre halkının inancına göre Şemmas Baba’nın ruhu buradan dışarıya çıkıp giriyordu !..
Kapadokya’yı gelip gezen seyyahlardan E.H. Carnoy ve J. Nicolaides’in 1881 yılında yayınladıkları Traditions Populaires De l’Asie Mineure 3 adlı kitapta, bu kilise ve mezarın XIX. Yüzyıl başlarındaki mucizevi keşfinden bahsedilmektedir !. Köylülerden biri samanlık ve ahır olarak kullandığı damın zeminin kazarken aşağıda bulunan bir boşluğa düşmüş ve şans eseri bu eski kilisenin içinde Aziz Mamas’ın mezarını bulmuştur. Çok geçmeden de olay bütün Kapadokya’da duyularak, burası bölgede yaşayan Hıristiyan ve Müslümanların gelip dua ettikleri çok önemli bir ziyaret yeri haline dönüştürülmüştür. Gene Kapadokya araştırmacılarından A.M. Levides’in yazdıklarına göre, mezarın bilhassa İsa’nın Göğe Yükselişi ve Aziz Konstantin’in4 yortu günlerinde Kapadokya’nın değişik yörelerinden gelen yüzlerce Hıristiyan tarafından ziyaret edildiği, ziyaretçilerin arasında da çok sayıda özürlü hastanın var olduğu öğrenilmektedir. Kuyruk oluşturan bu hastaların mezarın önüne geldiklerinde, dualarla beraber Aziz’in kemiklerini alıp hastaların özürlü organlarına sürdükleri, geyik boynuzuna da dilek olarak bez parçaları bağladıkları A.M. Levides tarafından yazılmaktadır. Gene bu kaynaklarda, XIX. yüzyılda Aziz’in kemikleri üzerinde Ermenice dualar yazılı gümüş plakalar olduğundan söz edilmektedir. Bu gümüş plâkalar, 1924 yılından sonra yapılan mübadeleler sırasında bölge Hıristiyanları tarafından alınıp götürülmüşler, belki çalınmışlar, ya da üzerlerinde Ermenice dualar olduğu için Müslümanlar tarafından kaldırılmışlardır. Ne oldukları belli değildir. Ancak, yukardaki satırlarda da belirttiğimiz gibi, bugün yalnız femur kemiklerinden biri üzerinde, yazısız düz bir gümüş plâka hâlâ mevcuttur.
1895 Yılında, buralara kadar gelen Yunanlı araştırmacı S.S. Pharasopoulos küçük kilisenin duvarlarında 7 tane ikonanın mevcut olduğunu, bunlar arasında İsa, Meryem, Aziz Mamas, Aziz Konstantin ve Azize Helena’nın ikonalarının bulunduğunu kaydetmiştir. Pharasopoulos, Cuma günleri Pir Şemmas’ın mezarına gelen Müslümanların, Aziz’in ruhu için dua ettiklerinde bu ikonaları ters çevirdiklerini yazmıştır..
Bugünkü Gökçe Köyü’nün asıl adının Bizanslılar döneminden beri Mamasim veya Mamasum oluşu, Carnoy ve Nicolaides’in iddialarını gerçeğe en yakın tez olarak göstermektedir. Yapılan araştırmalara dayanarak, belki Aziz Mamas’ın Roma İmparatoru Aurelianus tarafından Kayseri’de öldürülmesi ve burada gömülmesi tarihi kaynakların vermiş olduğu en önemli ve en esaslı kanıttır. Ancak, bugüne kadar, Aziz Mamas kültünün ve mezarının Kayseri’deki mevcudiyetine dair somut bir iz ortaya çıkartılamamıştır. Bu durumda en mantıklı varsayımın; Mamas’ın kemiklerinin daha sonraki devirlerde, Kapadokyalı Hıristiyanlar tarafından Kayseri’deki mezarından alınarak, doğup yaşamış olduğu topraklara yani Mamasim’e (Gökçe Köyü ve civarı) getirilmiş olabileceğidir.
1922’li yıllardan itibaren bölgeyi terk eden Hıristiyanlardan sonra yörede yaşayan Türklerle beraber Aziz mezarı, kısa bir süre sonra Pir Şemmas Tekkesi olmuş; küçük kilise tamamen bir mescide dönüştürülmüş, hatta, son yıllarda köy halkı politik görüşler çerçevesinde Pir Şemmas adını Şambaz Baba olarak değiştirme eğilimine yönelmiştir. Köyün yaşlılarıyla yapmış olduğumuz sohbetlerde, papaz anlamına gelen Şemmas’ın Şambaz adıyla değiştirilme nedenini kolayca anlamıştık.. Cambaz sözcüğünü çağrıştıran Şambaz adının anlamını ve de ne olduğunu ne kadar araştırdıysak da bulamadık.
Günümüzde; Kıbrıs, Yunanistan ve Fransa gibi ülkelerde Aziz Mamas’ın adını taşıyan kiliseler ve bu kiliselerde Aziz Mamas’a ait olduğu öne sürülen bazı röliker kemik parçaları bulunmaktadır. Muhakkak ki, röliker olarak adlandırılan bu kemik parçalarının sözünü ettiğimiz Aziz’e ait olması şüphe götürür. Kiliselere geliş ve giriş biçimleri yalnızca bir takım efsanelere dayanmaktadır. Ancak bu kiliseler arasında, Fransa ‘nın Langres kentinde bulunan Aziz Mamas, ya da Fransızca’daki adıyla Saint Mammére Katedrali’ndeki röliklerin geliş biçimi oldukça ilginç olup, tarihi kaynaklara ve kilise arşivine geçmiştir. Bugün Langres Katedrali’nin hazinesinde Aziz Mamas’a ait üç kemik bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Aziz’in omuriliğine ait olan parçadır ve kiliseye VIII.yüzyılda Bizans’tan getirilmiştir. Aziz Mamas’a ait olduğu öne sürülen ikinci röliker ise bir kol kemiği olup XI.yüzyılda Bar-Sur-Seine Kont’u Renard de Bar tarafından gene Bizans’tan alınıp getirilmiştir. Kilise arşivindeki kaynaklar bu kemiğin Kont’a 1076 yılında Jerusalem’e yaptığı seyahat dönüşünde Konstantinopolis’ten geçerken Bizans İmparatoru tarafından hediye olarak verildiğini yazmaktadır. Langres Katedrali’nde bulunan üçüncü parça ise rölikerlerin en önemlisi olup Aziz Mamas’ın kafatasına aittir. Kilise kaynaklarına göre, 1204 yılında, yani Haçlı ordularının Bizans’ı işgal ettikleri zaman, Konstantinopolis’teki ünlü Aziz Mamas kilisesinden alınıp getirilmiştir.
Aziz Mamas’ın şehit edilip Kayseri’deki mezarına gömüldüğünü yazan bazı kaynaklar, kemiklerinin VI. yüzyılda Kayseri’den alınıp Konstantinopolis’e getirildiğini de nakletmektedirler. Bizans döneminde Konstantinopolis’in liman ve sayfiye semti olan Diplokionion’da (bugünkü Beşiktaş), Aziz Mamas adına yaptırılan büyük kilise yukarıda sözü edilen Konstantinopolis’teki Aziz Mamas Kilisesi olmalıdır. Gene, Bizans döneminde Aziz Mamas kültünün yaşatılmış olduğu ikinci bir yer de antik Hebdomon (bugünkü Bakırköy) olmuştur. Bugün, Ataköy’den Yeşilyurt’a giderken sahil yolunun üzerinden geçtiği, son sel felâketinde varlığını dünya aleme duyuran Aya Mama deresi adını bu azizden almıştır. 1970’li yıllara kadar, eski Baruthane arazisi içinde, bugünkü Ataköy 9. Kısım Mahallesi’nin bulunduğu, Aya Mama deresinin yakınlarında, tarlalar arasında Bizans döneminden kalmış tarihi bir yapının kalıntıları görülürdü.. Burası, kaynağı Ortodoks Kilisesi tarafından kutsanmış ünlü Aya Mama ayazmasıydı. Eski Bakırköy’ün Rumları yılda bir kere Baruthane komutanlığından izin alır, faytonlarla gelip burada yortu yapar, dileklerinin yerine gelmesi için dualar okur, pikniklerini yapıp yanlarında getirdikleri şişelere kutsanmış ayazma suyundan doldurduktan sonra da evlerinin yolunu tutarlardı. Aradan yıllar geçti, Emlak Kredi Bankası’nın yaptığı Ataköy evleriyle birlikte ayazmanın taşları buldozer kepçeleriyle yerlerinden sökülüp yok edildi.. Ayazma’nın tek bir taşı bile kalmadı, tarihten silinip gitti. Tabii ki, İstanbullu Rumların içi buruktu, bir Müslüman için kutsal bir mekânın ortadan kaldırılıp yok edilmesi ne ise, onlar için de bu ayazmanın yerle bir edilmesi aynı şeydi. Yapabilecekleri hiçbir şey yoktu.. Aradan yıllar gelip geçti ve uzun yıllar Aya Mama deresinin yatağına imar izni verilmedi. Ta ki, yirmi yıl öncesine kadar.. Nasıl olduysa bu yasaklı, yasaklı olduğu kadar da tehlikeli arazinin üzerinde yavaş yavaş binalar yükselmeye, arkasından birbiri ardına yapılar dizilmeye başladı. Ok yaydan çıkmış misali, ne imar yasağı kaldı, ne de Mimarlar Odası’nın, çevreci sivil toplum örgütlerinin protestoları dikkate alındı.
Ve bundan on dört yıl önce, 1995 yılında patlak veren sel felâketiyle dere ilk yıkıcı darbeyi vurduğunda, hemen ardından alınacak önlemler, derenin ıslâhı gibi bir yığın konu masanın üzerine yatırıldı; ancak gerçek şu ki hiçbir şey yapılmadı. Tam tersine, gerekli önlemlerin alınacağı yerde, ateşin üzerine körükle gidilir misali ve de kimilerinin söylediği gibi böyle bir afetin yüz yılda bir değil ama, on beş yıl gibi kısa bir zamanda da olabileceği gerçeği gözler önüne serildi.. Politikacılar, her ne kadar dere yatağına imar yapılmasının uygun olmadığını, derenin intikamını aldığını söyleseler de, aynı politikacılar Aya Mama deresinin en kötü yerine, Marmara Denizi’ne döküldüğü noktaya kendi elleri, kendi iradeleri ve kendi yetkileriyle Toki Ataköy Konakları’nı yaptırdılar. Milyonlarca yıl ötesinden günümüze gelen alüvyonlu, yumuşak dere yatağının üzerine bu evlerin yapılması kadar kötü ne olabilirdi ki ?. Allah geçinden versin ama, görünen o ki, yüksek ölçekli bir Marmara depremi, dere yatağındaki kimi evlerin toprak tarafından yutulmasına, deyim yerinde ise Aya Mama deresinin daha büyük bir intikam almasına neden olacağı şüphesizdir. Artık, bu Aya Mama deresinin intikamı mı, yoksa Aziz Mamas’ın laneti mi olur, orasını Allah bilir.
1 İslam aleminde tipik yatır inancı
2Anadolu’da geyik kültünün Hititlerden beri, Hıristiyanlık döneminde de önemli bir yeri olduğunu unutmamak gerekir.
3 Küçük Asya’nın Popüler Gelenekleri
4 Konstantinopolis’e adını veren Bizans İmparatoru I. Konstantinus