Myamar'ı nasıl bilirsiniz? İlknur Akman Erk, bizi uzaklara, eski adı Birmanya olan Myanmar'a götürüyor. Bir tarafta siyasal gelgitler yaşayan, diğer tarafta da müthiş doğa güzellikleri ile Myamar...
Adı sık sık değişen ülke!
Birkaç haftalık bir aradan sonra yine evdeyim. Uzun yollardan ve değişik iklimlerden döndüm. Bu sefer tropiklerin güzel coğrafyası Myamar’daydım. Eski adı Birmanya olan bu güzel ama hüzünlü ülkeyi belki de çoğumuz Burma adıyla hatırlıyoruz. Resmi olarak Burma değil Myanmar Birliği Cumhuriyeti adı kullanılıyor şimdilerde. Şimdilerde dememin bir sebebi var: Ülkeyi yöneten eski cuntacılar, akıllarına estikçe ülkenin adını ve başkentini değiştirip duruyorlar. Bu da yanlış değil, içinde belki bir miktar hiciv var tabii ama 2005 yılında bir anda ortaya çıkıp, ‘’ülkenin başkenti bundan sonra Yangon değil, Nyay Pi Taw’’ dediklerinde kimsecikler inanamıştı. Böyle bir yerin varlığından hiç kimse haberdar değildi.
Hoş zaten olamazlardı zira cuntacılar, gizlice koskoca bir başkent inşa ettirmişler ve bunu herkesten saklamışlardı. Halktan saklamak hiç de zor değildi aslında çünkü başta TV kanalları olmak üzere, yazılı ya da görsel bütün medya ellerinde olduğu için, hangi haberi nasıl vermek istiyorlarsa o şekilde veriyorlardı. Eğer bir şey bilinsin istemezlerse de zaten kimsenin çıkıp da bunu haber yapacak durumu yoktu. Yapanların başına gelenleri herkes biliyordu zira: Bir gece ansızın evinden alınıp meçhule götürülmek!!!
Bizim de ne yazık ki tarihimizden iyi bildiğimiz bu karanlık sayfalar, neyse ki bu son iki üç yılda azalmış gibi görünüyor, çünkü cunta kendini lağvetti. Demokratik yollarla seçimler yapıldı. Üke artık sivil bir hükümet tarafından yönetiliyor. Ben hala tam olarak güvenemiyorum çünkü hükümetin başındaki herkes emekli generallerden oluşuyor. Eski cunta yönetiminin başındaki general TanShwe her ne kadar artık resmen yönetimde yoksa bile, onun her şeyden, uçan kuştan bile haberi olduğunu herkes biliyor. Onun onayı alınmadan ülkede hiçbir şeyin yapılamayacağını herkes söylüyor. Ve yine bir başka önemli detay ise, ülkenin parlamentosunda, azımsanamayacak bir sandalyeyi, askerler tarafında direkt atanan kişiler dolduruyor. Bunun da adı Disiplinli Demokrasi oluyor! Ben demiyorum! Askerler diyor. Böyle koymuşlar yönetimin adını… 1960’lardaki ilk askeri darbede ülkenin yönetimine Burma Tarzı Sosyalizm demişlerdi… Oradan Disiplinli Demokrasi’ye kadar gelindi. Bakalım bundan sonra ne olacak?
Benim bu yazıya başlarken niyetim size alıp dünyadaki cennet diye nitelendirdiğim yerlerden birine, İnle Gölü’ne götürmekti. Giriş biraz uzun oldu, kusura bakmayın! Malum refleksler devreye girince, böyle oluyor.
İnle Gölü’ne gitmek için uçakla Heho’ya geldik. Oradan otobüsle nefis bir manzara eşliğinde kıvrıla büküle, dağların tepelerin arasından geçip, gölün havzasında kurulu Nyaung Shwe’ye vardık. Buraya seneler önce geldiğimde, Nyaung Shwe uykulu bir kasaba gibiydi. Şimdilerde dünyanın yeni turizm gözdelerinden birine dönüşüyor, orası belli. Özellikle sırtına çantayı vurup yola düşen kısıtlı bütçeli gençler arasında belli yerler moda olur ya, işte bizim Nyaung Shwe de o yolda ilerliyor. Çünkü ucuz konaklama seçenekleri, düzgün yemek yenecek restoranları ve hatta kafeleri, huzur veren manastırları ve tapınaklarıyla bir iki gün geçirmek için ideal bir yer Nyaung Shwe. İnle Gölü’nün kapısı da diyorlar buraya. İşte nitekim biz de bu kapıdan geçerek göle çıktık.
Göle çıkmak için tabii ki otobüsümüze veda ettik ve son derece yakışıklı ahşap teknelere transfer olduk. İnce, uzun ve güçlü gövdeli tekneler bunlar. Uzun şaftlı motor düzeneği sayesinde sığ yerlere bile yaklaşabiliyorlar. Göl üstündeki ve kıyısındaki köylere hem yolcu hem de mal taşımak için senelerdir kullanılıyorlar. Son yıllarda artan turizm hareketleri sayesinde, yabancı misafirlere hizmet için de kullanılmaya başlamışlar. Tabii oranın insanı gibi yerde uzun süre oturmaya alışık olmadıkları için, yabancı misafirlerin teknelerine, ahşap, kolçaklı ve sırt dayamalı son derece konforlu koltuklar yerleştirilmiş. İşte biz de kendimizi bu konforlu koltuklara attık ve bütün güzellik başladı…
Nyaung Shwe’den ayrılınca bir süre kanal adını verdikleri bir su boyunca ilerledik. Kasabadan uzaklaştıkça etraftaki Kuş Koruma Alanı tabelaları arttı. Kitaplarda yazılanlara göre bu bölgede çok sayıda kuş cinsi yaşıyor. Kimi sürekli kimi de sadece yılın belli dönemlerinde göl ve çevresinde gözlemlenebiliyor. Yine okuduklarıma göre göl havzasındaki artan yapılaşma ve nüfus sebebiyle bu doğal alanın gittikçe tehlikeye düştüğü konusu gündeme gelmiş. Turizm iyi güzel de beraberinde mutlaka doğaya ters bir şeyler de getiriyor. 30 yıllık turizmciyim, yıllardır ekmeğimi bu sektörden kazanıyorum ama bazen keşke buraya hiç turist gelmese dediğim oluyor. Çünkü para kazanma derdine düşen herkesin, ileriyi düşünmeden yaptıklarını görünce içim cız ediyor. Hele otel, turistik tesis yapacağız derken yaşanan katliamlar, beni çileden çıkarıyor. Elimde değil…Para hırsı gözleri bürüyünce, akıl pencereden uçup gidiyor. Neyse… Ben yine göle döneyim.
İnle Gölü 22 km uzunluğunda ve yaklaşık 7 km genişliğinde, kuzey-güney hattında uzanan, etrafı dağlarla çevrili müthiş bir göl. Büyük bir göl ama derinliği ortalama sadece 2 metre! Deniz seviyesinden yaklaşık 900-1000 metre rakımda bulunuyor. Çok sayılmaz tabii ama o kadar yükseklik bile sabah erken saatlerde ve akşam güneş battıktan sonra etrafın bir anda soğumasına sebep oluyor. Myanmar’ın en geniş eyaleti olan Shan eyaletinin güzel bir parçası İnle Gölü. Rakımın katkısıyla tam bir sebze meyve cenneti. Elmalar, mandalinalar, asma kabakları ve son yıllarda artan oranda üzüm! Üzüm derken Myanmar’daki akıl almaz şarapçılık faaliyetlerine de değinmek isterim. İklimin ve toprağın uygun olduğu Shan eyaletinde, yabancı uzmanların katkısıyla, son yıllarda nefis şaraplar üretilmeye başlandı. Bu ülkeye ilk geldiğim 1990’lı yıllarda bunu hayal bile edemezdim. İtiraf edeyim ki ben şaraptan öyle çok anlamam ama tadına baktığım Chardonnay bir harikaydı!
Göl bereketli. Bol miktarda balık çeşidi yaşıyor. Zaten gölü bu kadar ünlü kılan unsurlardan biri de Intha balıkçılarının bizzat kendileri! Neden mi? Çünkü sadece kendilerine has bir balık avlama teknikleri var! Sanırım bu yüzden dünyanın en çok fotoğrafı çekilen balıkçıları da onlar… İncecik teknenin ucunda tek ayakları üzerinde mükemmel dengede durarak, bir yandan öbür taraftaki kollarının altına sıkıştırdıkları uzun küreği diğer ayaklarıyla idare ederken, bir yandan da ağ atıp topluyorlar! Böyle bir denge, koordinasyon ve konsantrasyon başka yerde kolay kolay gözlemlenebilir mi bilmiyorum! Evet belki ünlü Çin sirklerinde veya olimpiyatların jimnastik yarışmalarında gözlemleyebilirsiniz ama hayatın içinde başka bir yerde böylesi olduğunu pek sanmıyorum doğrusu!
Gölün içinde, suların ortasında, kazıkların üzerine kurulu evlerden oluşan çok sayıda köy var. Okulu, marketi, postanesi, sağlık ocağı gibi her türlü ihtiyacın giderildiği noktaların da bolca bulunduğu, sokaklarının sudan oluştuğu, hareketli, yaşam dolu köyler bunlar. Bütün evlerin altında teknelerin çekilip bağlandığı yerler var. Ben bunlara garaj diyorum. Eh karada olsaydık arabayı bırakacaktık değil mi? Evden çıkıp bir komşunuza ya da bakkala gidecekseniz, altınızda bir kayığınızın olması gerekiyor. Ya da okula gideceksiniz ve yaşınız sekiz… Yine hop kayığınıza atlayıp, kendi yaşıtlarınızı da yanınıza doldurup, kürek çeke çeke okula gidiyorsunuz. Yani burada parmak kadar çocuklar, koca koca tekneleri kullanıp, son derece bağımsız ve özgüvenli bir şekilde kendi kendilerine okula gidip geliyorlar. Hepsine baktım: Kıpkırmızı elma yanaklar, akıllı gözler, gülümseyen bir surat ve sağlıklı bir beden! Hiçbirinin elinde ne akıllı telefon vardı ne de İPAD!!! Ve hiçbiri de mutsuz görünmüyordu!
Gölde, Myanmar’ın her yeri gibi, çok sayıda tapınak ve manastır var. Yalnız buradakiler de, evler gibi, gölün ortasında kazıkları üzerinde kurulmuş. Her biri bir diğerinden farklı ögeler içeriyor. Kimi mucizeler gerçekleştiren Buda heykelleri ile ünlü, kimi de müzelik sunaklarıyla… Zamanın durduğu hissi burada da eşlik ediyor insana. Biz bu manastırlardan bazılarını ziyaret ettik. Burada da Myanmar’ın bütün taınaklarında olduğu gibi ayakkabı ve çoraplarımızı çıkarttık. Dert değil zaten ilk iki günden sonra alıştık ve yollarda bile yalınayak yürümeye başladık.
Yolunuz düşerse diye bir iki not yazayım size:
• Phaung Daw Oo Pagodası’nı ziyaret edin. Burada üzelerine yapıştırılan altın varaklar sebebiyle artık amorf hale bürünmüş beş adet Buda heykeli bulunuyor. Ancak bu heykelleri görmek için hacıların yüzlerce kilometre yol yaptıklarını düşnecek olursak, heykellerin ne kadar uğurlu kabul edildiklerini anlarsınız. Bir de efsane var: Bir festival zamanı, bu beş heykel, saltanat kayıklarına benzeyen bir tekneye yüklenip, köy köy dolaştırılırken birdenbire bir fırtına kopar. Tekne devrilir, heykelleri de suya gömülür. Beş heykelin dördünü bulurlar ama ne kadar arasalar da beşincisini bulamazlar. Çaresiz geri döndüklerinde bir de ne görsünler, beşinci heykel tapınaktaki original yerine geri dönmemiş mi? Ondan sonra bu efsane kulaktan kulağa yayılır. İşte şimdi herkes bu kutlu heykelleri görmenin derdinde…
• İnle Gölü’nün Batı kıyısında bulunan Indein Pagodalarını mutlaka görün. Giderken kıvrıla büküle geçtiğiniz labirent gibi kanallar tam bir film karesini hatırlatıyor. Pagodaların önemi ise MÖ. 3 yüzyıld, ünlü Budist Kral Ashoka tarafından başlatılmış olmaları. Kimilerine göre Buda’nın sekiz adet saç telini muhafaza etmek için yapılmışlar.
• Haftanın beş günü kurulan yüzer pazarlardan birini yakalamaya çalışın. Eğer daha önce Asya’nın bu yüzer pazarlarından birini görmediyseniz çok hoş bir deneyim olabilir. Yalnız ben ARTIK gitmem çünkü mal satmaya gelmiş köylülerin teknelerinden daha fazla fotoğraf çekmeye gelmiş turist teknesi görünce tepemin tası atıyor! Ama dedim ya siz bana bakmayın! Her köyde ayrı bir gün kuruluyor bu pazarlar ve oranın yerlisi olan kime sorsanız bilirler.
• Nga Phe Kyaung adlı manastır geçen yıla kadar kendi adıyla değil de rahiplerin eğittikleri, çemberlerin içinden atlayan kedileriyle ünlü olmuştu. Fakat zaman içinde turistler manastır yerine kedileri görmeye gelmeye başlamışlardı. Bence manastırın güzelliği ve önemi gölgede kalmaya başlamıştı. En sonunda birileri bu duruma bir dur demiş olmalı ki, kediler artık hoplayıp zıplamıyor. Açıkçası ben çok sevindim. Manastırın huzur dolu ruhani havası geri dönmüş sanki!
• Gün batımını gölün üzerinde yakalayın. Güneş daha çok alçalamadan dağların ardında kayboluyor ama bir on onbeş dakika sonra etrafın aldığı renkleri gölün ortasından izlemek son derece keyifli! Yalnız unutmayın hava birdenbire soğuyor. Yanınızda size koruyacak bir şeyler mutlaka olsun.
• Son olarak da şu: Bence kıyın paraya ve gölün üzerinde kazıkların üzerinde kurulu o güzel otellerde birinde kalın mutlaka! Sabah gündoğumunu izlemek için en güzel yer bence orası!
Myanmar dünyanın son kapalı ülkelerinden biriydi. Değişmemişti bugüne kadar ama son üç yılda yaşanan politik olaylar sonucu değişim başladı. Ülke aynı kalmayacak. Hızla değişecek, dönüşecek. Halk haklı. Senelerdir o kadar her şeyden mahrum yaşadılar ki, şimdi o açlıkla her şeyi istiyorlar. Nüfus 50milyondan fazla, yani halkın cebinde henüz yeterli parası olmasa da, dünya devleri için gözardı edilemeyecek bir pazar var orada. Yepyeni ve beklenti içinde bir pazar hem de. Kapitalizm eninde sonunda orayı da keşfedecek. Orası da komşularına benzeyecek kaçınılmaz olarak. Myanmar’dayken arkadaşlarıma facebook üzerinden bir mesaj atmıştım. Burada yineleyerek yazımı bitiriyorum: Starbucks gelmeden siz gelin!
Yollarda görüşürüz…