Hayatımız boyunca hep görmek istediğimiz yerleri kendimize hitap ettiği şekilde bir listeye sıralarız. Bu liste, görmek istediğimiz yerin içimizde uyandırdığı heyecan ve ilgi ile sıralanmış olur. Modern hayatın yoğunluğunda yakalayabildiğim
İtalya’nın ortasında yer alan Toskana bölgesinin ve Firenze ilinin merkezi olan, Roma’nın 230 km kuzeybatısında bulunan Floransa, her gezgin için farklı bir anlam ifade eder. Bazıları için Rönesans’ın nefes kesen başkenti, yüzyıllık binaların arasında ilerleyen bir zaman tüneli olarak dikkat çekerken, diğerleri için müzelerin şehri; sanat, edebiyat, mimari ve felsefenin beşiği olarak benimsenmiştir. Gezginlerin dışındakiler için ise Floransa dünyada ilk standart sikke olarak kabul edilen “flori”nin basıldığı yerdir. Bunun doğal süreci olarak bankaların ve bankerlerin doğduğu şehir olarak kabul edilir. Bu nedenle İtalyanların haklı olarak övündükleri ve gurur duydukları şehirlerinin başında Floransa gelmektedir. Floransa ise yüzyıllar boyunca içinde birikmiş olan tüm bu eşsiz güzellikleri, tüm asaleti ile taşımaktadır.
Floransa, İ.Ö. 1. yüzyılda Etrüskler tarafından Arno Nehri’nin yanına kurulmuştur. Roma İmparatorluğu, başkent yolu üzerinde önemli bir konuma sahip olan Floransa’yı kısa bir sürede askeri garnizona ve bunun sonucu olarak zengin bir ticaret merkezine dönüştürmüştür. Got, Bizans ve Lombard hâkimiyeti altına geçen şehir, bu dönemlerde pek gelişemeyip olduğu yerde kalmıştır. 12. yüzyıla gelindiğinde dönemin en ölümcül hastalığı veba, şehrin nüfusunun yarısını yok etmiştir. Buna rağmen şehir bankacılığı ve Papa’nın yardımıyla tekrar ayaklarının üstünde durmasını bilmiş. 15. yüzyıl başlarında Giovanni di Bici ve oğlu Cosimo ile kentin sosyal ve siyasal yaşamını etkilemeye başlayan Medici ailesi, Floransa’nın ekonomik bakımdan zenginleşmesini sağlamışlar. Medici ailesi, üç yüzyıl boyunca Floransave Toskana’nın tek hâkimi olmuştur. Mediciler’in ileriye dönük planları, dönemin en önemli sanatçılarının Floransa’da çalışmalarına imkân vermiştir. Donatello, Filippo Brunelleshi, Lorenzo Ghiberti, Luca della Robbia, Fra Angelico, Botticelli, Leonardo da Vinci ve Michelangelo gibi eşsiz sanatçılar Medici ailesi tarafından şehrin güzelleştirilmes
Zamanın dondurulduğu Floransa’nın dar taşlı sokaklarına adım atmamızla birlikte, bu şehrin adeta ressamlardan mimarlara, bilim adamlarından siyaset adamlarına, heykeltıraşlarda
Floransa’nın yüzyıllardan bugüne hiç bozulmadan gelen güzelliğini tatmaya ve yaşamaya gelen, heyecan ve duygu yüklü bir kalabalığın peşinde yaptığımız kısa bir yürüyüşten sonra Santa Maria del Fiore Katedrali’ne ulaşıyoruz. Diğer adıyla Duomo olarak bilinen bu kilisenin önünde birçok ülkeden gelen insanlarla birlikte içimizdeki keşfetme arzusunu dizginlemeye çalışıyoruz. Vaftizhane ve 400 basamaklı, 84 metrelik çan kulesi ile karşımızda dikilen yapının inşaat tarihi de oldukça ilginç. İlk çalışmalara 1294 yılında başlanmış olmasına rağmen, yaklaşık altı yüz yıllık bir inşaat süreci sonunda yapı tam anlamıyla bitirilebilmişti
Katedralin hemen yanında ise kentin en eski yapısı olan, Floransa’nın koruyucu azizi Vaftizci Yahya’ya adanmış vaftizhane (Battistero) durmaktadır. 1. yüzyıla kadar tarihlenebilen bu yapının en büyük özelliği ise kuzey ve doğu kapılarıdır. Lorenzo Ghiberti tarafından, yaklaşık 25 yılda sanatsal bir hırsla işlenen bu bronz kapılar, 1425 yılında yerlerine takılmış. Üzerlerinde İsa’nın, İncil yazarlarının ve Kilise’nin ileri gelen bilgelerinin hayatlarından kesitlerle birlikte; eski Ahit’ten sahneler içeren rölyeflerin bulunduğu kapılar, “Cennet”in Kapısı” olarak adlandırılmaktad
Floransa’nın bir zamanlar dini merkezini oluşturan Duomo’dan yavaş yavaş kentin ikinci büyük meydanı olan Piazza della Signoria’ya ilerliyoruz. Şehrin en meşhur buluşma noktası olan meydan, aynı zamanda Palazzio Vecchio ve de bazı çok önemli heykellerin ev sahipliğini yapmaktadır. Günümüzde meydan, bol kafeleri ve yapısal zenginliği ile Floransalılar’ın sosyal merkezi olmuştur. Meydanın büyüsü ile ilk gördüğümüz kafenin içine dalıp, hemen bir espresso sipariş etmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Servisin yavaşlığını pek umursamadan etrafımızda olan bitenleri dikkatlice algılamaya çalışıyoruz. Bu arada İtalyanlar’ın kahvelerini, ayakta sohbet ederek içmeyi tercih ettiklerini öğreniyoruz. Böylece hem servis daha hızlı oluyormuş hem de daha az para ödüyorlarmış. Ağzımızdaki kahve tadı ile yolumuza devam ediyoruz.
Eski ve yeni Floransa’nın kalbi olan meydana hâkim konumundaki en önemli yapı 1299 yılında inşa edilmiş 94 metrelik kulesi ile dikkat çeken Palazzo Vecchio’dur. Belediye binasına dönüştürülmüş olan yapı, orijinalinde bir saray olarak inşa edilmiş. Bir ortaçağ şatosu gibi düşünülen bu yapının içinde bizleri Giorgio Vasari tarafından dekore edilmiş muhteşem bir iç avlu karşılıyor. Buradan sarayın dev ana bölümü olan Salone dei Cinquecento’ya çıkılıyor. Sarayın en dikkat çekici odası ise, hemen kapısının karşısında dikilen Michelangelo’nun “Zafer” heykeli olan Studiolo fi Francesco I’dir.
Sarayın baş döndürücü güzelliği ile kendimizi meydana attığımızda, Floransa gibi bir zaman makinesinin içinde zamanın nasıl akıp gittiğini fark ediyoruz. Meydanın içinde dolaşmaya başladığımızda adeta burayı bir açık hava müzesine dönüştüren şaheser heykellerin büyüsüne teslim oluyoruz. Karşımızda duran Avrupa’nın en büyük bronz heykellerinden biri olan Cellini’nin Preseus’u, Michelangelo’nun David’i (kopyası), Donatello’nun Herkül’ü, Giakbologna’nın Cosimo’su ve Ammannati’nin Neptün heykelleriFloransa’nın tüm tarihinin en gözle görülür tanıkları olarak gururla yerlerini korumaktadırlar.
Yaklaşık 68 müzesi olan bu şehrin en büyük ve en önemli müzesi “Galleria degli Uffizi”dir. Medici ailesinin şehre hediyesi olan yaklaşık kırk beş odacıktan oluşan müze, İtalya’nın, hatta dünyanın en önemli resim müzelerinden birisidir. Meraklı olmayanlar için bile müzeyi hızlı bir biçimde dolaşmak, en azından iki saat almaktadır. Ancak meraklıların iki tam gününü alabilir. Bu eşsiz eserlerin en önemlileri her bakanı büyüsü altına alan Botticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu” ve “İlkbahar” konulu tabloları. Müzede sırasıyla Michelangelo’dan Rafaello’ya, Da Vinci’den Caravaggio’ya uzanan bir sanat denizinde adeta kaybolursunuz.
Sanata aç olan ruhumuzu müzeden ayırmak çok zor da olsa keşif gezimize devam etmemiz gerekiyor. Müzenin kapısından çıkarak Floransa’nın en meşhur simgelerinden birisi olan Ponte Vecchio’ya (Eski Köprü) yöneliyoruz. Arno Nehri’ni kesen üzeri ufacık yapıcıklarla kaplı bu renkli köprü, ilk başlarda kasaplara tahsis edilmiş olsa bile Medici’lerden sonra “kuyumcular köprüsü” olmuştur. Burası aynı zamanda alışveriş meraklılarının uğrak noktasıdır. Elleri torbalarla dolu turistleri gördükçe, Floransa’nın turistler için iyi bir alışveriş imkânı sunduğunu anlıyoruz. Ponte Vecchio, yüzyıllar boyunca Arno Nehri’nin kabarmasıyla sayısız sel felaketi ve savaşlar atlatmıştır ancak hep ayakta durmasını başarmış.
Piazza della Signoria Meydanı’nda kopyası bulunan Michelangelo’nun David heykelinin aslı Floransa’nın ikinci en önemli müzesi olan “Galleria Dell’Accademia”d
Keşfetmenin rüzgârları bizi çoğu ünlü simayı çatısı altında toplamış olan Santa Groce Kilisesi’nin önüne getiriyor. Bu kilise Dominikenlerin, Santa Maria Novella Kilisesi’ne rakip olarak yaptırdıkları bir eserdir. Yüzeyi yine kusursuz Carrare mermeri ile kaplı bu yapının içine adım atar atmaz, Giorgio Vasari’nin 1570 yılında yaptığı, Michelangelo’nun anıt mezarı ile karşılaşırsınız. Sonra sırasıyla Dante’nin Abidesi, Machiavelli’nin, opera bestecisi Giocchino Rossini’nin, Ghiberti’nin, Galilei’nin ve Leonardo Bru’nin mezarları çıkar karşımıza. Floransa’nın dünya çapında bir şehir olmasına katkıda bulunan bu Floransa âşıklarının ölümlerinden sonra bile şehirden kopamadıklarını görürüz. Bu kilisenin diğer bir özelliği ise, Dante Alighieri’nin heykelinin bulunduğu meydanıdır. İtalyanlar için çok önemli olan bu meydan söylentilere göre Avrupa’da futbolun ilk çıkış noktasıdır.
İtalya’da yaklaşık 50 farklı şive ile İtalyancanın konuşulmaktadır. Ancak aşina olduğumuz İtalyancanın temelini Floransa şivesi oluşturmaktadır. Bunun en büyük nedenlerinden biri Dante Alighieri ve Macchiavelli gibi zamanın usta yazarlarının kaleme aldıkları eserler, İtalya’daki dil oluşumunun ilk adımlarını atmış olmasıdır.
Floransa semalarına gece çöktüğünde yaşam ve heyecan aynı hızla devam ediyor. Bir tarafta kusursuz mimari yapıların içinde sergilenen sanatsal gösteriler, diğer tarafta eşsiz Toskana mutfağından geniş bir yelpaze sunan dar sokaklardaki yerel lokantalar… Chianti şarabının yudumları eşliğinde yediğiniz 750 gramlık Floransa tarzı biftek şehrin birde gastronomik açıdan zevkine varmamızı sağlar. Sonra Cumhuriyet meydanı’ndaki kafelerde içilen bir sıcak kahve bizleri gecenin sonunda mest eder.
Üç gün boyunca öğrenmeye ve algılamaya aç gezginler olarak Floransa’nın bir ucundan diğer ucuna süren keşif gezimizi, şehrin terası olarak adlandırılan “Piazzale Michelangelo” da noktalıyoruz. Mor Toskana gökyüzünün altında kendimizi kuşbakışı bir haritaya bakar buluyoruz. Arno Nehri’nin ikiye böldüğü şehir tüm güzellikleri ile bir Rönesans tablosu gibi önümüze seriliyor. Floransa, kiliseleri, kuleleri, müzeleri, dairesel Ortaçağ dar sokakları ve meydanları ile bizleri uğurluyor.
Floransa’yı bu kadar kısa anlatmak oldukça zor. Şehir, dünü ve bugünü ile sunmuş olduğu cevherleri keşfetmek için en azından üç tam günü hak etmektedir. Avrupa’nın göbeğinde el değmemiş ortaçağ havasını, yıllardan beri yaşatan Floransa’yı ziyaret eden herkes, mutlaka burada kendisine yakın bir tema bulmuştur. Floransa, onu ziyaret eden herkesin içine ya sanatını, ya aşkını, ya havasını ya yemeğini, ya da tutkusunu işlemiştir. Floransa sizi bırakabilir ama siz ondan asla kopamazsınız.