OSLO’ NUN HEYKEL PARKI
İstanbul’a yazın bir türlü gelemediğinden şikayet eden pek çok dostum var. Oysa ben bu serin havalardan şu ana kadar gayet memnunum. Beni yakından tanıyanlar sıcaklarla aramın pek de hoş olmadığını bilirler. Yaz geldi mi beni bir sıkıntı alır. O sıcak ve nemli günler bir türlü geçmek bilmez ve ben de sıcaklardan kaçabilmek için, kuzey gezilerimi uygulamaya koyarım. Izlanda, Norveç veya diğer serin diyarlara kapağı atıp, birkaç gün nefes alırım. Ancak bu sene farklı bir düzen oluşturduğum için, uzun zamandır ilk defa yaz aylarında evdeyim. Yine de alışkanlık olsa gerek, aklımda hep kuzeyin o büyülü köşeleri dolanıp duruyor. İşte bu duygularla bilgisayarımın başına geçtiğimde, gözlerimin önünde canlanan birkaç kare, bu günkü yazımı belirledi. Bugün size kuzeyin sakin ve yemyeşil başkenti Oslo’nun muhteşem bir parkından bahsedeceğim: Frogner Parkı ve Gustav Vigeland heykelleri…
Frogner Parkı, Oslo’nun aynı adlı semtinde yer alıyor. Bu semtin ve parkın adı Barok tarzı bahçeleriyle ünlü Frogner Malikanesi’nden geliyor. Bugün içinde Oslo kent müzesi’nin yer aldığı bu malikane, 1750lerde inşa edilmiş. 1790 yılında, bütün Norveç’ in en zengin insanı olan kereste tüccarı ve armatör Bernt Anker burayı satın almış. Savaşlar, iflaslar ve açıkarttırmalarla yirminci yüzyılın başlarına kadar defalarca el değiştiren malikane, en sonunda ulusal miras olarak kabul edilip, Oslo Kent Müzesi’ne devredilmiş.
Malikane ve bahçesi müzeye devredilince, civardaki araziler de dahil edilerek, oldukça geniş bir alan ortaya çıkmış. Buranın halka açık bir gezi ve dinlence parkı olarak tasarlanması herkesin hoşuna gitmiş. Bugün 45 hektarlık bir alana yayılan park, Oslo’nun en büyük parkı. Norveç’in en popüler turistik mekanlarından biri olarak, yılda yaklaşık 2 milyon kişi tarafından ziyaret ediliyor. Tabii bu sayıda, parkın en önemli cazibe noktası olan Gustav Vigeland Heykel Parkı’nın rolü çok büyük.
Kimdi bu Gustav Vigeland? Kısaca kendisinden bahsedeyim:
Adolf Gustav Thorsen adıyla 11 Nisan 1869’da, ahşap mobilyalar tasarlayıp üreten zanaatkar bir ailede dünyaya gelen Vigeland, küçük yaşlarında Oslo’ya gönderilip, burada ahşap oymacılığı üzerine öğrenim görmüş. Babasının zamansız ölümüyle Oslo’dan ayrılmak zorunda kalan Gustav, kısa bir süre büyükanne ve büyükbabasının yanına, Vigeland’a gidip, orada bir çiftlikte çalışmış. Sonraki yıllarda, yirmili yaşlarında, bu bölgenin adını kendine soyadı olarak alacaktır.
1888 yılında tekrar Oslo’ya dönen Gustav, heykeltraşlık eğitimi almayı kafasına koymuş. İşte bu yıllarda, heykel sanatçısı Brynjulf Bergslien’in dikkatini çekmiş ve kendisinden hem eğitim hem de her konuda destek görmüş. 1891-1896 yılları arasında Avrupa’nın çeşitli kentlerine seyahatler yapan Gustav, Kopenhag, Paris, Berlin ve Floransa’da bulunmuş, Paris’te ünlü Rodin’in stüdyosunda çalışmış, İtalya’da antik dönem ve Rönesans sanatını yakından tanıma fırsatı bulmuş. Daha sonraki yıllarda tarzını belirleyecek pek çok izlenimi buralarda derleyip, memleketine döndüğünde sergiler açmış ve övgüler almış.
Sonraki yıllarında pek çok eser üretmiş, genç sanatçılara ilham kaynağı olmuş. Hatta Nobel Barış Ödülü madalyasını da o tasarlamış ama Vigeland’ın en büyük mirası, Frogner Parkı içinde bulunan heykelleridir.
Oslo’yu ziyarete gelen herkes için parkın adı da Vigeland Parkı’na dönüşmüş durumdadır. Zira burası, dünyanın, 212 adet bronz ve granit eserle, hepsi tek bir sanatçı tarafıdan yapılmış en büyük heykel parkıdır.
850 metrelik bir eksen üzerinde uzanan heykel grupları, insanlığın bir genel manzarası gibidir. Çocukluk, yetişkinlik, yaşlılık, kadın ve erkeklik, eş olmak, sevgi, şefkat, korku, öfke… Bu heykellerin içinden, insanı insan yapan bütün o duyguların fışkırdığını hissediyorsunuz. Büyük iş! Büyük başarı!
Bu uzun eksen üzerine yayılan heykeller, 5 ana grupta toplanıyor. Ana Kapı, Çocuk Oyunları Köprüsü, Çeşme, Dikilitaş ve Hayat Çemberi.
Vigeland eseri olan Ana Kapı’dan girildiğinde, 100 metre uzunluk ve 15 metre genişliğinde köprüye ulaşıyorsunuz. Köprünün işlevi Ana Kapı ile Çeşme’yi birleştirmek. Bu köprü üzerinde 58 adet heykel yer alıyor. Parkın en sevilen heykellerinden ünlü kızgın oğlan çocuğu da burada yer alıyor. Köprünün sonunda ise, çocuk parkı olarak bilinen alan var. Burada 8 bronz heykelle, çocuk oyunları anlatılmış.
Bronzdan yapılmış olan Çeşme, 60 adet bronz kabartmayla süslenmiş. Burada dev ağaçların kollarında yer alan iskeletler ve çocuklar, her ne kadar insanın içini ürpertse de , ölümden yepyeni bir yaşamın doğduğunu anlatıyor aslında. Çeşmenin etrafını ise 1800 metrekarelik bir siyaz beyaz granit mozaik çevreliyor, görüntü müthiş!
Parkın kuzeyinde, parkın en önemli eseri kabul edilen Dikilitaş yer alıyor. Basamaklarla yükselen bir düzlük üzerinde, bütün parkın da en yüksek noktasını oluşturan noktada, gerçek bir mücevher olarak tasarlanmış. 14 metre civarında bir sütun ve içinde birbirinin adeta içine girmiş 121 figür yer alıyor. Tabii yazarken kolay gelen bu süreç, eser yapılırken pek de kolay geçmemiş. Halden taş ocağından çıkartılan bu yüzlerce ton ağırlığındaki blok, 1927 yılında parka getirilmiş. Bir yıl sonra yerine dikilmiş ve çevreci tahta bir perdeyle örtülüp, havanın gazabından korunmuş. Vigeland’ın hazırladığı alçı model, taşın tam yanına konularak, eseri yontacak sanatçılara rehberlik etmesi sağlanmış. Bu şekilde 1929 yılında başlayan çalışmalar, üç yontu ustasının yaptıkları titiz işbirliği sayesinde 14 yıl sonra tamamlanmış. 1944 yılının Noel’inde, 180.000 kişinin parkta toplandığı bir törenle açılmış eser. Görenler şaşkınlık içinde kalmışlar. Bugüne dek görüdklerinden öylesine farklı bir şeymiş ki! Gerçekten de birbirinin içine geçmiş, birbiriyle harmanlanmış yüzden fazla insan, gökyüzüne ulaşmaya çalışıyor gibi geliyor bakana. Gerçekten de bu amaçlanmış zaten. İlahi olana, Tanrı’ya ulaşma arzusu ve çabası resmedilmiş eserde.
Bundan sonra gelen Hayat Çemberi ise, insan hayatının ebedi yolculuğunu simgeliyor. Bu grup ise 1933-1934 yılları arasında tamamlanmış. Çocukluktan yetişkinliğe kadar olan tüm hallerimizi görebiliyoruz bu çemberde. Çok canlı, çok gerçekçi…
Eğer yolunuz Oslo’ya düşerse, yapılacaklar listenizde mutlaka bulunması gerekiyor bu parkın. Parkta ayrıca, kapalı bir yüzme havuzu kompleksi, bir buz pateni pisti ve stadyum bulunuyor. Ayrıca, sanatçının 1943 yılındaki ölümüne kadar çalışmalarını sürdürdüğü atölye, bugün müze olarak korunuyor. Frogner Parkı’nda sergilenen eserlerin modelleri ve eskizleri burada sergileniyor. Parkı ve heykelleri gezip gördükten sonra burayı ziyaret etmek daha da anlamlı olacaktır.
Oslo bir başkent olarak çok büyük sayılmaz ama sanatsal zenginlikleri ile beni her zaman çok şaşırtmıştır. Özellike Ulusal Müze, Avrupa’daki en sevdiğim resim galerilerinden birinin ev sahibidir. Norveç resminin sadece, kendimce çok depresif bulduğum için mesafeli durduğum Edward Munch olmadığını burada öğrenmiştim.
Tabii Oslo’nun bir de yeni opera binası var ki sanırım onun için yeni bir yazı gerekecek.
Kuzeyin bu güzel başkentinde bir gününüz olursa, Frogner Parkı’na gidip Vigeland’ın eserlerini mutlaka görün. Park bahçeye hasret kaldığımız şehrimizde, ‘'böyle bir parkımız olsa ne güzel olurdu’’ diye düşüneceğinizden eminim.