“Müzik ahlaki bir kanundur. Evrene ruh, zihinlere kanat, hayal gücüne uçma becerisi, hayata ve her şeye çekicilik ve neşe verir.” Plato
Herkesin belli unsur ve özelliklere karşı kendine has ilişkisi vardır, bazıları doğuştan içimize ekilmiştir diğerleri ile hayat yolculuğu esnasında toparladıklarımızdır. Genellemeler insan olan her yerde karşımıza çıkar. Ancak yemek, kıyafet ve sığınma hiç bir zaman genel, kalıplaşmış olamaz zira bunların hepsi, bölgesine göre, şahsi kültürel biçimler ile belirlenir.
Yemek geleneksel yeme-içme kültürü ile deneyimlenir. Konu suşi, hamburger, taco, makarna veya farklı yemek türleri olabilir. Kıyafet ise bir moda biçimi olarak karşımıza çıkar. Sığınma ise mimari ile ifade edilir. Her biri büyük kültürün bir mikro-kozmik açılımıdır. Bütünü temsil eder ancak kendi içerisinde değişkenlikler gösterebilir. Kendi merakınız genel bir konunun ufacık noktası ile ilgili olsa dahi, mevcut birikiminiz ile bu özel konuya tümüyle vakıf olabilirsiniz. En azından fikir beyan edebilirsiniz. Hepsinin ana kaynağı o konuya duyulan heyecan ve merak aslında.
Yemek, kıyafet ve sığınma kadar değerli bir unsur daha var İnsanın hayatında o da sanat. Dünyanın hangi köşesine giderseniz gidin mutlaka yerel bir açılım içerisinde müzik, resim, heykel, tasarım ve el sanatları karşınıza çıkar. Kültürün bu yönleri, tümüyle veya tekil olarak seyahat eden herkesin dikkatini çeker. Önemli olan sizi heyecanlandıran unsurun ve ilgi alanınızın açılımı. Benim için bu unsur müzik. Bir yere gittiğimde bana o coğrafyayı en iyi deneyimleme imkânı veren yönlerden biri hiç şüphesiz müziktir.
Müzik gerçek anlamda bir tümeldir. Külli olarak aslında her yerdedir. Her kültürün bir müziği vardır, onsuz bir kültür düşünülemez. Toplumun her farklı katmanında müzik belli niteliklerle karşımıza çıkar. Radyo’da çalınan popüler müzik, lokantalardaki arka plan müziği, mağazalardaki müzikleri, sokak müzisyenleri, gece kulüpleri ve elbette yerel kültürden feyz alan müzikler. Özel bir çaba göstermeden müzik bir yolunu bulup her seyahatte karşınıza çıkar.
Her kültürün kendi formunda müziği vardır. Gittiğiniz bazı bölgelerde o an için müzik olmayabilir ancak seyahat süresince deneyimlediğiniz ritimler o güzergâhı farklı algılamanıza vesile olabilir. O mekânı ve çevreyi nasıl benimsemeniz gerektiğine yardımcı olabilir. Bunu da yol boyunca kulak misafiri olduğunuz bazı yerel ritimler dahi yeterli olur. Şöyle düşünelim isterseniz; sesiz ve sesli filmleri aklınıza getirin. En beğendiğiniz filmi, müziği olduğunu bilmenize rağmen, müziksiz nasıl değerlendirirsiniz? İşte seyahatte böyle bir şey. Seyahat sessiz olamaz ve ona eşlik eden müzik bir güzergah hakkında aydınlanmanız için önemli bir faktördür. Sizi aydırır ve algılatır. Bir nevi tınılar, ritimler seyahat isimli filminizin müziğidir aslında.
Filminizin en doruk anına hüzünlü bir müzik eklerseniz veya en duygusal anıma meşum ritimlerden oluşan bir eser koyarsanız ne olur? Deneyiminiz tamamıyla farklılaşır. Eğer Çin’de sizi çok etkileyen bir mekânda dinlediğiniz yerel Çin parçasını Paris’te dinlemeye kalkarsanız bir felaket ortaya çıkabilir. Anlayacağınız üzere müziğin üstümüzde inanılmaz bir etkisi var. Duygularımız ve bir mekânı algılamamızda da bu etki aynı düzeyde varlığını sürdürüyor. Günün birinde Stevie Wonder’a birisi kör olmasına rağmen neden sinemaya gittiğini sormuş. O da filmi sesiyle ve müziğiyle izleyebildiğini söylemiş ve şöyle devam etmiş; aslında gördüğünüzü zannettiğiniz şeyin algısı o an dinlediğiniz müzik ile doğru orantılı. Beethoven’a göre; “Müziğin gücü dinleyeni direkt bestecinin halet-i ruhhiye’sine taşır.”
Strauss ile dans ettiğin vals ile hiç anlamdan kontrolsüz ağladığınız bir ağıt veya canlı dinlediğiniz bir caz performansı arasındaki farkı düşünün. Çocukluğunuzda hafızanıza kazınan bir melodiyi yıllar sonra duyunca, geçmişiniz de ilk duyduğunuz andaki mekâna gidersiniz. Çok sevdiğiniz bir seyahat esnasında durduğunuz bir lokantada kulağınızdaki müzik sizi ilelebet o mekân ile özdeştirebilir. Söz konusu özel parçayı her duyduğunuz zaman o mekâna gidersiniz, hayat yolculuğunuzda size atılan bir çeltik gibi.
Her ülkenin müziksel vurgusunu yansıtma yöntemi farklı. Yerel müzik çeşitliliği ise inanılmaz boyutlarda. Yaklaşık on bir yıldır yerel müzik ezgilerini paylaştığım 94,9 Açık Radyo’daki Dünyayı Dinliyorum programım da sadece ritimlere bir serüven yapmayıp tanımadığım kültürlere bir girizgâh yapıyorum. Sadece müziklerine kulak vermeyip bu ritimler arkasında yatak seyahat, keşif, kültür ve etnografya gibi pek çok unsura değiniyoruz. Öyle ya da böyle bir şeyler aklınızda kalıyor ve fiilen bu uzak güzergâhlara gidince bir bütünleşme gerçekleşiyor. Aynen eksik bir yapboz parçası gibi. İşte o zaman gerçek anlamda bir güzergâhı algılıyorsunuz.
Afrika’da bir safari kampında o an yemek servisi yapan bir personelin işini gücünü bırakıp tutkuyla müzik yapan ve dans eden arkadaşlarına katıldığına şahit oldum. Bunu isteyerek ve tutkuyla yapıyor. İş yerine tamamıyla bizlere kültürünün zenginliğini göstermek maksat. Amfisiz veya enstrümansız konuklarını kendi bildikleri ritimler ve şarkılar ile ağırlıyorlar. Otomatikman bu yabancı diyarlarda sizlere sıcak bir merhaba diyorlar. Afrika’dan başka hiç bir yerde duyamayacağınız bu polifoni ritimleri ne zaman duysam hep o ana giderim. Benzer duygu Hindistan için de geçerli. O tutkulu gözlerin ve dans eden vücutların kültürleri ile bütünleşmesine şahit olmak eşsiz bir tecrübe. Bu ise ancak seyahat kültürü ve bilinciyle ortaya çıkan bir özellik.
Orta Doğu’da din ayrımı gözetmeksizin Arap müziğinin etkinliği, el davulları, üflemeli enstrümanları ve göbek dansları ile harmanlaması her gezgini ister istemez etkileyen bir nitelim. Benzer açılımlar ülkemiz için de geçerli. Türk gecelerinin peynir ekmek gibi sattığı dönemleri düşünün. Farklı kültürlerden gelen gezginler bulundukları coğrafyanın etnografik ritimsel açılımlarına şahit olmak için her ne kadar turistik tanımını sonuna kadar yansıtan bu gecelere katılırlar. Ben de gittiğim ülkelerden yaptım bunlarım amacım en azından bir fikir sahibi olmak. Bölgenin tınısal zenginliğine karşı duyarlı kılmak kendimi. Bu örnekler her ülkede kendini gösteriyor, Çin’den tutun Japonya’ya Avustralya’dan tutun Fransız Polenazyası’na kadar. Zira müzik var, müzik olmayan bir dünyanın köşesi yok.
Bazı güzergahların müziği kültüründen hatta sunduğu tarihsel özelliklerinden daha da kalıcı olabilir. Örneğin Batı Afrika’da gittiğiniz bir ülkenin kültürel nitelikleri müziğinin arkasında kalır. O ülkelerden inanılmaz müzik birikimi ve merakı ile dönersiniz. Akıllara kazınır ve ruhunuz ile birlikte bütünleşir. Oysa orada da nadide eserler vardır ama nitekim müzik bir kaç adım önde olabilir. Bu nedenden dolayı bazı ülkeler kültürlerini müzikleri ile tanıtırlar. Örneğim Arjantin’in tangosu, Brezilya’nın Sambası ve Bossanova’sı, Küba’nın Rumba’sı, Senegal’in Mblax’ı veya Mali’nin Sahra Blues’u. Bu ülkeler sadece müzikleri için bile ziyaret edilebilirler, nitekim son dönemlerde bu temalar üzerine grup gezileri düzenlenmeye bile başlandı. İşin güzel tarafı da bu güzergâhlara yapılan seyahatlerde fazla gayret sarf etmeden, müziğin çok kolay ulaşılabilir olması.
Müzik konusunda markalaşmış şehirler bile var. Bunun ilk akla geleni hiç şüphesiz Viyana. Zengin müzik kültürü ve tarihi ile Viyana, klasik batı müziğinin merkezi oldu. Mozart, Haydn, Beethoven, Schubert, Mahler, Brahms ve Bruckner gibi pek çok bestecinin adresi olan Viyana Dünyanın Müzik başkenti diyebiliriz. Bunun en bariz nedeni 1765-1790 hüküm süren II. Joseph “Müzik kralı” olarak bilinir. Hüküm dönemi süresince Viyana’yı bu konuda oldukça besledi ve destekledi. Kendisi de bir müzisyen olan İmparator’un aynı zamanda bir topluluğu da vardı. İmparatoru’ndan az kalmak istemeyen soylularda kendilerine birer topluluk kurdular. Böylece bir anda Viyana’nın her köşesinde müzik çalınır oldu. Viyana’nın bu dayanılmaz cazibesi Mozart’ı Salzburg’dan, Beethoven’i da Bonn’dan ayağına çağırabilmesi kadar etkin oldu.
O klasik dönemin müzik izleri hala Viyana’da varlığını gösteriyor. Nesilden nesille geçen bu bayram hala şehre ayrı bir nitelik katıyor ve elbette onu ziyaret edenleri fazlasıyla mutlu ediyor. Bundan dolayıdır ki Viyana Filarmoni Orkestrası şu an dünyanın en prestijli ve pahalı ekiplerinden biridir. Müzik şehirde o kadar etkindir ki metrolarda bile tren kapıları kapanmadan önce bir melodi çalar.
Viyana’nın bir başka örneği ise Amerika’daki New Orleans’tır. Caz denilince akla ilk gelen hatta kendisiyle özdeşen bir şehirdir New Orleans. Afrika’nın pek çok farklı bölgesinden gelen kölelerin toparlandığı New Orleans, çapraz harmanlama sayesinde dünyaya cazı hediye etti. Buradan caz bir anda Şikago’ya oradan da New York’a ve dünyanın geri kalan müzik meraklı köşelerine yayıldı. Bahsettiğimiz şehirlerin müzik özellikleri hala etkin ve onları ziyaret etme nedenlerinin başında yer alıyor. Son dönemlerde müzik şehirlerine ve/veya özel müzik etkinliklerine grup gezileri düzenlenmeye başlandı. İşte bu hem seyahati hem de müziği evlendiren turizmin yeni bir açılımı. Müzik denince illaki klasik müzik olması da gerekmiyor, pek çok yerel müzik festivalinden, folk, rock, caz festivallerine kadar yayılan geniş bir ürün yelpazesinden bahsediyoruz.
Sonuç olarak müzik bir güzergâhın şah damarlarından biri. Ritimsel kültürü diyebiliriz ve onsuz söz konusu güzergâhı tam olarak algılamak mümkün değil. Ya seyahat etmeden önce ya da sonra o güzergâh hakkındaki birikimlerinizi müzik ile bütünleştirmeniz hem kalıcılığı hem de sürdürülebilirliği sağlar. Gezilen güzergâhın müziği araştırılıp en azından kulak misafiri olunmaz ise o seyahat yavan ve eksiktir. İşte, müzik o kadar önemlidir. Sadede gelirsem, müzik, seyahat isimli eşsiz filmin film müziğidir…