Bir haftadan fazladır Norveç' teyim. Temmuz ayına gelmiş olmamıza rağmen burada hava buzz gibi...Abartmayayım aslında, buzz gibi değil ama epeyce soğuk:)) Mont ve kazaklarla dolaşıyoruz ve üstelik de harika yağmurlar yağıyor.
Şu anda kuzeyin en önemli liman kentlerinden biri olan Bergen' deyim ve buraya gelene dek bir çok duraktan geçtik.
İlk durağımız Danimarka'nın başkenti ve bütün İskandinav başkentleri içinde en Avrupalı olanı Kopenhag oldu. Denizle iç içe yaşayan Kopenhag, insanın başını döndüren mimari tasarımlarıyla son derece çarpıcı bir şehir. Deniz kenarına sıralanmış, her biri bir anıt-proje olan yapıları, geçmiş zamanın ihtişamlı saraylarının yanında, bugünün ışığını yansıtıyorlar. Bu sentezi çok sevdiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Bu sene açılan Ulusal Tiyatro'nun yeni binası, karşı kıyıdaki Hansen yapısı Opera binası ile o kadar ekileyici duruyor ki, insan neredeyse sadece bu iki yapıyı görmek için bile Kopenhag'a gelebilir.
Kopenhag'dan sonraki durağımız Norveç'in başkenti Oslo oldu. Oslo, İskandinav başkentleri içinde en küçük ve geleneksel olanı. Her tarafı yemyeşil tepelerle çevrili kent, hiç de başkent gibi durmuyor. Oslo Fiyordu'nun her yanına dağılmış, yemyeşil ormanlarla kaplı yüzlerce adanın süslediği manzara, o adaların arasında süzülen yüzlerce yelkenli tekneyle daha da hareketleniyor. Hiç bir başkent bu kadar "Başkent Değilmiş Gibi" olamaz....
Oslo'da en sevdiğim şey tabii ki, Norveçli ressamlarla tanıştığım Ulusal Galeri... Norveç resminin sadece depresif ve obsessif Edward Munch'ten ibaret olduğunu sananlar gerçekten çoooook yanılıyorlar. Onlara hemen Romantik dönemin en önemli ismi Johan Christian Dahl' dan başlayarak, Christian Krogh, Nikolai Astrup, Harald Sohlberg, Fritz Thaulow ile birlikte muhteşem bir kadın ressamlar serisi olan Kitty Kieland, Oda Krogh ve Harriet Backer'i tanımalarını tavsiye ederim. Beni Munch'ten kurtardıkları için, kendilerine minnet borçluyum...
Yine de gerçek Norveç, şehirlerden uzaklaşınca çıkıyor karşınıza. Sarp kayalıklar, derin vadiler, sık ormanlar, sessiz buzullar ve tabii ki zamanın durduğu hissi veren ıssız fiyordlar... Fiyordun ne olduğuna ilişkin, uzun uzun teknik bilgi beklemeyin, VERMEYECEĞİM...Ama size bir iki şey söyleyeceğim ki, yolunuz bu mevsimde, buralara düşerse, yapın:
- Mutlaka Geiranger Fiyordu'na gidin. Ne yapın ne edin, gidin...Gece burada kalın. Ama oteller yerine, fiyordun kıyısındaki küçük bungalovlarda kalın. Ömrünüze ömür katılacağına bahse girerim.
- Fiyordlara geldiğinizde, akşam el ayak çekilince, hava da kararmadığı için, mutlaka uzun bir yürüyüşe çıkın. Yanınızda sevdiğiniz bir kaç müzik parçası olsun. Ben fiyordlara en uygun müziğin ya Secret Garden parçaları ya da Sibelius' un Valse Triste' i olduğuna kanaat getirdim.
- Eğer kaldığınız yerde varsa, mutlaka kano ile fiyord kıyılarında dolanın. Deniz çarşaf gibi oluyor ve martılar tepenizde dolanıyor hep. Kendinizi dünyanın en özgür ruhu hissediyorsunuz o zamanlarda.
- Gece hava bir türlü kararmadığı için uykunuz da gelmiyor, yani boşuna yatakta dönüp durmayın. Çıkın dışarı ve deniz kenarında oturun. Hatta yürüyün kıyı boyunca. Ben iki senedir bunu yapıyorum... Hem diğerleri uykuda olduğu için dünya üzerindeki tek insan sizmişsiniz gibi hissediyorsunuz hem de kendi içinize döndüğünüz için, bir sürü yanıtsız kalmış sorunuza, bu yürüyüşler sırasında yanıt buluyorsunuz. Bir tür meditasyon yani...
- Mutlaka marine edilmiş somon ve çırpılmış yumurta yiyin. Yanında tuzlu tereyağı sürülmüş bir dilim esmer ekmek de olmalı illa ki... Bu geleneksel yeme biçimini kuzeyde öğrendim. "Balıkla yumurta bir arada nasıl olur" diye, tutuculuk yapmayın, HARİKA oluyormuş, gördüm, tattım.
- Loen Fiyorduna düşerse yolunuz, 624 kişinin yaşadığı kasabanın kilisesini mutlaka görün. Bahçesindeki taştan yapılmış Kelt haçı, her yerde kolay kolay karşınıza çıkacak şeylerden değil gerçekten.
- Fiyord kıyısındaki çilek bahçelerinden, sahibinden izin isteyerek, çilek toplayıp, yamaçlardan süzülen dağ suyuyla yıkadıktan sonra, afiyetle yiyin. Kimilerine göre bunlar dünyanın en lezzetli çilekleri... Pek haksız sayılmazlar...Tabii bizim küçük, kokulu Osmanlı çileğimiz burada olsa, bunların adı bile okunmaz ama o çileği biz bile bulamaz olduk ya... Kader utansın...
Şimdilik bu kadar... Herkese güzel bir Temmuz diliyorum.
Makaleleri
Oslo'nun Heykel Parkı
Sicilya Macerası
Sicilya'nın Manzaralı Köşesi Erice
Siracusa
Kopenhag' ın İmzası: Siyah Elmas
Arktik Norveç' e Kıyı Kıyı
Ateş ve Buzun Uzak Diyarı İzlanda -2-
Norveç' in Kuzey Kıyıları
Müzik Ve Kültür Şehri Leipzig
Kathmandu'nun Küçük Tibet'i BODHNATH
İnle Gölü
Central Park
Bergen
Cloisters
Ateş ve Buzun Uzak Diyarı İzlanda -1-
Agra' nın Sürprizi
Festivaller Diyarı Butan
Adı sık sık değişen ülke!
Brava Casa / Röportaj
Şvedagon
Himalayalar' in Ejder Kralligi: BHUTAN -2-
Doğu'nun büyülü kenti Kolkata!
Viyana Yeni Yıl Konseri'ni yerinde izledik
Sofya
Balkanlar Notları-2
Balkanlar Notları-1
Hindistan Dönüşü
Tibet' ten Kısa Kısa
Hırvatistan-Opatija Notları
Hırvatistan Gezisi Notları
Lima Notları
Hong Kong Notları
Münih ve Opera
Fiyord Postası
Bangkok Güzellemesi
Macchu Picchu Notları
Machu Picchu Treni Notları
Viyana ve Salzburg' da Müzik Dolu Günler
Hırvatistan
Dünyanın en tuhaf kenti La Paz
Neden Butan' a Gideriz?
Shwedagon
"İslomania" ve Benim Adalarım
Cusco' da Bir Gezgin
Işık ve Müziğin Dansı: Viyana & Salzburg
Her Ada Bir Dünya: Endonezya