
Sayın Faruk Pekin,
Ben dia çekemedim ama size gözlerimden yüreğime damıttıklarımı sunmak isterim.
2-9 Ekim 2001
Tibet
Tibet " Evrenin Damı" olarak nitelendiriliyorsa da, insan kendini orada bulduğu zaman, yeryüzünde yüksek bir yere mi ulaştığını, yoksa iç dünyasında derin bir yerlere mi eriştiğini düşünmeden edemiyor..
Neredeyim ben şimdi?
Tibet bu;nehirleri, dağları, manastırları ve kaleleriyle,kavakları,söğütleri, yaklarıyla. Karlı tepeleri, sıcak öğleleri, serin geceleriyle Eylül'de. Birbiri üzerine örtüşmüş inançları, tapılmayan ama saygı duyulan Budası ve türlü sektleriyle...
İnançlarını değişik biçimlerde gösteren güler yüzlü insanları, saygılarını sunmak için yerlere kapaklanan, manastırlarda kaplara su, kandillere yağ sunan insanlarıyla - Tibet
Dağları bazen bir gergedan derisine sarınmış gibi, bazen yuvarlak yada sivri taşlı, bazen kır çiçekleriyle sarışın, bazen de yarık yarık, haki rengine bürünmüş ya da koyu kurşuni - korkunç...Brahmaputranın aynasına yansır gölgeleri...Başlarında kümelenir bulutlar pamuk pamuk. Derken bakarsınız, kararmış tepeler... Bir yağmur başlar damla damla sarı yeşil kavaklara, söğütlere... Ürperir suları Brahmaputranın. Dağılır bulutlar. Güneş ışıklarını gönderir doğaya; bir ebemkuşağı bir dağdan bir dağa atlar, suların üzerinden.
Brahmaputra tüm görkemiyle yayılır dağların arasına. Yağmur mevsiminde yükseldiği yerler bellidir.çekilmişken daha bir güzel, yer yer çakıl taşlarından, kumdan adacıklar belirir kucağında ve söğütlerin ayakları yarı yarıya suda...
Bir sabah kalkınca bakarsınız; hava daha uyanmamış, güneş yavaş yavaş gönderir ışıklarını dağların doruğundan. Buğday, arpa, sarı hardal tarlaları belirir. Bir sisten kuşak kuşanır doğa, toprakla, tepelerin arasında. Uykusundan tam uyanmamış gibidir yeryüzü. Biraz dalgın ve mahmur...
Döne döne yükselirken tepelerde, ulaştığımız yükseklerde sizi kar da karşılayabilir, güneş de; ama mutlaka yaklar vardır. Yularları sahiplerinin elinde turistler için süslenmiş. Biraz kaderlerine küsmüşçesine, ağır ağır,, çekilen yöne dönerler. Sanmayın ki, yaklar göstermeliktir. Onlardır sabana koşulan; etini, sütünü, yağını, kürkünü veren ve tuz yüküyle Himalayaları aşan. Saygıdeğer yaratıklarıdır onlar.
Manastırların, kalelerin kuytu odalarında dolaşırken, duvar resimlerini kandillerin titrek ışığında izlerdiniz. Kalın bir davul sesi sessizliği böler. Mırıltılarını duyarsınız rahiplerin. İnançları, masalları şaşırtır sizi bu yörenin.
Gökyüzüne yakın bir yerlere doğru yol alırken, birden bir köy belirir. Evleri ve konumuyla yurdunuzun bir köşesini getirir gözünüzün önüne. Koşuşan ve el sallayan çocukları görürsünüz. Sonra o minik bedenlerden çıkan sözlerle sarsılırsınız "We love you". Böylesine topraklarınızdan uzaklarda, sizleri hiç tanımayan bu küçüklerden sevgi sözcükleri duymak...O hep özlenen sözcükleri...(Ne o, yoksa gözlerimiz mi yaşarıyor?)
Görüntüler beyninizde, yorgun fakat coşkun duygularla dönersiniz Tibetten. Ve hiç belli olmaz belki bir gün, o titrek kandillerden biri, parlak bir ışık oluverir yüreğinizde.
Teşekkür ve saygılarımla.