
Rabbath Ammon
Ürdün’ün bizi karşıladığı kapısı Amman’a iki saatlik bir uçuştan sonra vardık. Amman, 1921 yılında Kral Abdullah I tarafından kurulan Haşimi Ürdün Krallığı’nın başkenti. Kent, İstanbul gibi yedi tepe üstüne kurulmuş ve her tepe bir mahalle olarak düzenlenmiş. Ömeğin Jabal Amman yani Amman Tepesi. Objektiflerimize yakalanan ilk eser 5 bin yıl önce Rabbath Ammon yani antik çağlardaki adıyla Amman’ın kurulmaya başladığı nokta olan antik citadel. Söz konu su citadel bize Roma, Bizans ve erken Müslüman oluşumlarında kesitler sunuyor Buradan adımlarımızı aynı zamanda Amman’ın “Ulu Tapınağı” olarak da bilinen Herkül Anıtı’na ve 6. yüzyıldan kalan Bizans Bazilikasına doğru yönlendiriyoruz. Sonra, belki de şehrin en güzel anıtı olan Umayyad Saray kompleksine geliyoruz. Kubbesi ve dört duvarı dışında pek ayak ta kalan bölmesi olmayan saray bize eskiden ne kadar ihtişamlı olduğuna dair ipuçları sunuyor. Ürdün’deki ilk günümüzün akşamı kovala yan zamanında ise sırasıyla Roman Forumu’nu, Antik Tiyatroyu, 2. yüzyıldan beri var olan Odeon’u ve Osmanlı stilinde inşa edilmiş 1924 tarihli Ulu Hüseyin Camisi’ni geziyoruz. Halkın cana yakınlığı ve işbirliği ile notlarımıza, makinelerimize unutulmaz ilk izlenimlerimizi işliyoruz.
Lokantada şarap
Keşfetmenin zevki ile seyahatimizde konaklama yeri önemini yitirse bile, Amman’ın sunduğu yüksek standartlı otellerden en iyisi olana yerleştik. Gün içinde gördüklerimiz ve yaşadıklarımızı daha iyi benimsememiz için yöresel akşam yemeğini tadacağımız Kan Zaman lokantasına hareket ettik. Amman şehrinde yaptığımız akşam yolculuğu sırasında şehrin bir düzen üzerine kurulduğunu öğrendik. Amman üç ayrı bölgeye ayrılmış ve her bölgede kendi standartlarına uygun bir mimari oluşum mevcut. Kısacası belirli bir bölgeye inşa edilen ev o bölgenin yapı, dış boya gibi koşullarına göre yapılması gerekiyor. Böylece kurulan bu uyum ve düzen sağlıklı bir şehir planı sağlıyor. Yerel lokantamızda Ürdün’ün Ortadoğu beklentilerimizin üstünde çok daha modern olduğunu gözlemle dik. Erkekli, kadınlı grupların birlikte oturup birlikte nargile tüttürdüklerine ve yemek eşliğinde yerel şarap ile dolu kadehlerini tokuşturduklarını biraz hayret biraz da tebessüm ile izledik. Gittiğimiz lokanta bize Lübnan, Suriye mutfağı dahil olmak üze re geniş bir yemek platformu sundu. Servis ve sunum beklentilerimizin oldukça üs tündeydi.
Antik kent Ceraş
Sabah güneşinin yüzümüzü okşayarak bizi uyandırmasının enerjisi ile sıkı bir kahvaltı yaptıktan sonra rotamızı Ürdün’ün en meşhur Roma döneminden kalma an tik kenti Ceraş’a çeviriyoruz. Amman’dan sadece 45 kilo metre uzakta olan bu antik şehir mükemmel bir biçimde korunmasından dolayı “Doğu’nun Pompei” olarak adlandırılmış. Antik Yunan kül türünün kalesi sayılan on kent birleştirilip “on kent” anlamına gelen “Decapolis” adı verilmiş. Ceraş “Decapolis”in en güzel şehri olarak hep ünü nü korumuş. İki yan yolla kesilen Ceraş’ın ana kuzey-güney aksında, Zeus Tapınağı ve hemen önünde mükemmel bir mimari tasarıma sahip olan eşsiz Ova Forum, Arte mis Tapınağı ve Güney Tiyatrosu bulunuyor. Sokakları ve eşsiz sütunları ile Efes’i andıran Ceraş’ta saatler çok hızlı uçup gidiyor. Objektifimize 11 metre yüksekliğin deki Hadrian Anıtı, Hipodrom, Zeus Tapınağı, Çeşme ve Artemis Tapınağı giriyor.
Ölü Deniz
Günümüzün ilk yarısına sahip olan bu etkileyici ziya retten sonra deniz seviyesin den yaklaşık 400 metre altın da olan Ölü Deniz’e doğru otobüsümüzün direksiyonunu döndürüyoruz. Ölü Deniz vadisine doğru inerken ufkumuzda kutsal Kudüs şehrini hayal meyal seçebiliyoruz. Ölü Deniz adı üstüne yaşam belirtisi olmayan bir deniz, İçerisinde tek bir varlık yaşayamayan bir su kütle si. Alışkın olduğumuz denizlerden on kat daha yoğun ve daha tuzlu olan Ölü Deniz tam bir şifa merkezine dönüşmüş durumda. Etekleri ne kurulan tesisler vasıtasıyla Ölü Deniz’in suyu ve çamuru dünya sağlık turizmin de önemli bir yere sahiptir. Doğanın bu etkileyici sunumundan faydalanabilmek için dünyanın her köşesinden bu raya gelen turistlere rastlamanız çok doğal. Şımarık sabırsız turistler gibi hemen kendimizi Ölü Deniz’in sularına bırakıyoruz. Suyla ilk temasımızla birlikte neden Cleopatra’nın buraya kozmetik üretim merkezi kurmak istediğini anlıyoruz. Yoğunluğundan dolayı batmadığımız bu mineral dolu suda gözlerimizi açmadan bir iki defa dalıp çıkıyoruz. Suyun sakinliği ile kendimizi özleştirip siyah çamur banyosundan sonra yumuşayan vücutlarımızla yolumuza devam ediyoruz.
Sahara Dağları
Bitirilen film makaraları, güzel sohbetler ve etkileyici görüntüler eşliğinde Ur dün’ün güneyine doğru keşfimizi sürdürüyoruz. Bu de fa hedefimiz, Sahara Dağları’nın oluşturduğu, dünya dan izole, gül kırmızı taşların nakış gibi işlendiği antik Petra şehri. Bu akşam eski bir köyden oluşturulan otelimizin ara sokaklarında zaman kavramımızı kaybediyoruz. Göz alabildiğince yıldızlar serpiştirilmiş gökyüzünün al tında bir o sokağa bir bu sokağa dalıyoruz. Çekilen re simlerle, yazıları ufak sözcüklerle bu anı kendimiz için ölümsüzleştirmeyi hedefliyoruz. Petra’yı görme heyecanıyla gözümüze uyku girme- yen bir geceden sonra ilk gün ışığı ile birlikte adeta yataklarımızdan fırlıyoruz.
Petra kenti
Bugün piramitler kadar ünlü olan, doğanın kayalar üzerine pembe ve kırmızının her tonunu işlediği Petra’yı göreceğiz. Nefesimizi tutup otelimize sadece 15 dakika uzaklıkta olan Petra’nın tek girişine gidiyoruz. Biletimizi aldıktan sonra Petra vadisine girişi sağlayan “Bab as-Siq” olarak isimlendirilen büyüleyici kumluk yolu takip > ederek adeta dış dünya ile hiçbir bağı olmayan vadinin içine doğru yürüyoruz. Yürümek istemeyenler ise hemen girişte mevcut olan atlara veya eşek arabalarına binmek olanağına sahipler. Sanki zaman tünelinden çıkmış başka bir dünyaya adım atmış şaşkın gözler gibi her köşeyi dikkatlice inceliyoruz. Her iki yanı yüksek kayalıklarla çevrili olan vadi zaman zaman daralıp genişliyor. Işık, günün her saatinde farklı duvarlarda bir renkten diğer bir renge doğru süzülerek dans ediyor. Bu geçişler ise vadinin her anını farkı bir gör sel şölen gibi bizlere sunu yor. Bazen güneş ışınlarını içeriye sokmayan vadi ürkütücü olabiliyor ancak büyülü havası her şeyi bastırıyor.
Hazine Binası
Siq vadisinin duvarları, tamamen kapanıp ve bizleri hapsedeceğini zannettiğimiz bir anda karşımıza ufacık bir aralıktan hiç beklemediğimiz olağanüstü bir yapı çıktı. Sessizce bizi bekleyen yapı kayalıkların sivri çıkıntılarının ak sine düzgün sütunları ile Hazine Binasıydı. Güneş ışığı ile bütünleştiğimiz bu noktada karşımıza çıkan Hazine Binası bir anda bizlere Indiana Jones’un maceralarını hatırlatıyor. 2 bin yıldan beri bu kadar iyi korunmuş bir yapıyı ansızın karşınızda görünce bize anlatılan veya okuduğumuz şeylerin ne kadar ye tersiz kaldığını fark ediyoruz. Bu görüntü ancak yaşayarak algılanabilir.
Ad Deir Dağı
Petra bir tam gün boyunca gezilmesi gereken bir an tik şehir. Daha az zaman hem size hem de Petra’ya haksızlık. Kendimizi şanslı kabul ediyoruz çünkü görmüş olduğumuz çoğu turist grupları yarım günü Petra’ya layık görüp gidiyorlar. Ayrıcalığımızı hissediyoruz. Kendilerine güvenen gezginler isterlerse Petra Vadisinin sonunda yer alan 800 basamaklı patikayı takip ederek Ad Deir Dağı’nın 220. metresinde dağın içine oyulmuş Manastır’ı ziyaret edebilir. Bunu yapmak için sabahın ilk saatleri veya öğleden sonra tercih edilmelidir çünkü burası çok zorlayıcı bir patika. Ancak patikaya çıkma cesaretini gösterirseniz ödülünüz Manastır’ın büyülü güzelliği olacaktır.
Petra’ya ayıldığımız tam günden sonra büyüleyici atmosferin sersemliği ile otelimize geri döndük. Evet, yorulduk ancak bu bir zafer, bir keşif yorgunluğuydu. Doğa’nın yaratmış olduğu bu vadi ye özenle işlenen renkli kayaların mucizesinde ne yapacağını şaşırıyor insanoğlu. Otelimizin bahçesinden şarabımızı yudumlarken, günümüzün yorgunluğunu batan güneşi izleyerek atıyoruz. Yatağımıza nasıl girdiğimizi ise hatırlamıyoruz. Muhteşem bir günün ardından, köy evinden renove edilmiş olan odamıza akan ılık güneş ışığı ile uyanıyoruz. Bugün bizim için farklı bir gün. Artık biz Petra’yı görenler arasındayız.
Yazı: Zekeriya S. Şen