
Yazı; 1
Renkler Cümbüşüne, Zıtlıklar Ülkesine, Baharat’a Yolculuk
Londra-İstanbul ver elini Delhi..
Eski Delhi’nin yoksul sokakları.. Geniş bulvarları arasında Mustafa Kemal Atatürk caddesi.. Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Parlamento binası.. Eski görünümlü binalar..Maymunlar yollarda cirit atıyor.. Dünyaya “ tavuk köri”yi tanıtan şehir.. Trafik karışıklığı ve sıkışıklığını Delhi’de görün... Ve Hindistan’a özgürlük kazandıran Gandhi’nin yakıldığı yere yolculuk...
HİNDİSTAN.. Beni en çok çeken Taj Mahal ile meşhur baharatları ve yemekleri.. Gidip, görmeden filmlerde gördüğüm, Londra’da tanıdığım Hintlilerle biraz fikir sahibi olduğum bir ülke.. Ancak görmek öylesine farklı ki..
Gitmeden, böylesine zıtlıkla karşılaşacağımı, yoksulluğun, pisliğin tavan yaptığını , öte yanda renkler cümbüşü, güzel gözlü insanlarla , muhteşem, inanılmaz güzellikteki sarayları, gölleri göreceğimi söyleseler, inanmazdım..
Londra’dan milli hava yolumuz THY ile ver elini İstanbul, kısa bir moladan sonra yine THY ile Yeni Delhi.. Ülkenin milli havayolu Air India ile ortaklaşa düzenlenen seferle 6,5 saatlik yolculuk için uçağa biniyoruz.. Gördüğüm kadarı ile bizim gurubumuzdaki Sevgül ve Duygu Özkor, Nihal Bayer, Zuhal Holder, Meryem ve Kemal Hüseyin, Neslihan ve Ramazan Çakır , sevgili eşim Zeren Safa ve benim dışımda başka bir Türk yok..
Birkaç arkadaşımız dışında herkesin Hindistan’a ilk yolculuğu.. Kapsamlı bir gezi.. İstanbul’daki FEST Travel’in titizlikle bizim için hazırladığı 12 günlük bir tur. Ülkede nokta kadar bir yer kapsasa da gezip, gördükçe anladık ki, yoğun ve görülmesi gereken en doğru yerlere düzenlenmiş titiz bir program..
Ve Hindistan saatiyle sabah 5 olmadan Delhi’ye varıyoruz.. Hepimiz dinç ve merakla bu heyecan verici seyahate başlıyoruz..Tur rehberimiz Hintli genç ve otobüsümüz bizi bekliyor.. Sıcak bir karşılamadan sonra ver elini kalacağımız otel.. Ama ne otel. Girerken alnımıza kırmızı boya konup, taze marigoldlardan kolyeler takılıyor..
Her yerde sarı güller, gümüş kakmalı irili ufaklı filler, atlar, develer, süslemeli aynalar ve mis gibi buhurlar.. Tam Hint kokusu, bizi sarıp, sarmalıyor.. Daha sonra 2 ayrı merkezde daha aynı otel zincirinde kalıp, tadını tam anlamıyla çıkartıyoruz..
Alel acele kahvaltıdan sonra hemen bir şehir turu bizi bekliyor.. Otel odasından gördüğüm kadarıyla eski görünümlü, çok yüksek binaların olmadığı bir kent.. Yola koyulunca, eski görüntü daha da artıyor..1,5 milyar nüfuslu, dünyanın en büyük demokrasisinin başkentinin resmi nüfusu 18-20 milyon arası dense de , rehberimiz bu rakamın 22 milyonu bulduğunu söylüyor..
Ve ekliyor.. burası ülkenin en temiz, en gelişmiş kenti.. Parlamento binası, Cumhurbaşkanlığı sarayı, bakanlıklar, lojmanları birer birer geçiyoruz..Şehri görmek için bir yıla ihtiyaç olduğunu söylüyor rehberimiz. Bizim ise burada sadece 1 günümüz var..
Geniş rahat caddeler. Her yer yemyeşil, ağaç.Meyve ağaçları da var.. Belki ülkenin en yeşil kenti. Gözümüz biranda Mustafa Kemal Atatürk bulvarını görüyor ve heyecanla bağırıyor, fotoğraf çekiyoruz. Kentin güzel bir mahallinde.. Gururlanıyoruz.. Şehirde İngiliz etkisi her yerde..İngilizlerin asırlarca yönettiği eski sömürgesinde, trafik İngiltere’deki gibi.. Bize ters gelmiyor..Ancak öyle bir trafik var ki, anlatmam mümkün değil. Diğer şehirlerde de hep birbirimize sorduk ..”Burada nasıl araba kullanılır ?”.. Karınca sürücü gibi araçlar, dolmuşları tuk tuk’lar, bisiklete benzeyen araçlar, otobüsler, özel araçlar.. Geniş bulvarlarda adım atacak yer yok..
Sonra Eski Delhi’ye gidiyoruz.. Burada gördüklerimiz bizi başka alemlere götürmeye yetiyor da artıyor bile.. Neden Delhi’ye zıtlıklar kenti dendiğini görüyor, duyuyor, kokluyoruz..
Önce Cuma Camiine giriyoruz.. 1650 yılında Şah Cihan tarafından yaptırılan müthiş bir mimari estetik örneği..Müslüman halkın merkezi konumundaki mahallede İslami yayın, tekstil ürünü, Hac, Umre’ye gidişe yönelik çok unsur gözümüze çarpıyor..
Dualar ediyor, camiyi kızgın güneş altında geziyoruz.. Sıcaklık tam gün ortası ve hepimizi kavuruyor.. Caminin gölgelikleri, içi insan kaynıyor. Aileler cumartesi olduğu için pikniğe gelir gibi gelmiş, yerlere serilmişler..
Camiden sonra eski kenti , bisiklete benzer bir arabanın içinde ikişer kişi geziyoruz.. Aman tanrım.. Bu ne sefalet, ne fakirlik.. Bir yerde kesilmiş tavuklar, ayakları, başları. Bir yanda mangolar, muzlar , papayalar.. Üzerlerine onlarca sinek konuyor, havalanıyor.. Bilmediğimiz bir sürü yemek pişiyor, elle yeniyor. Rengarenk kumaşlar, elbiseler, sariler.. Örtüler.. Sürücümüz oranın düğün pazarı olduğunu belirtiyor.. Evet şahane kumaşlar, göz alıcı renkler.. Ama duramıyoruz, aklım kalıyor.... Durmak yok, yola devam.. Okula giden çocuklar. Hayatımızda böylesine bir yoksulluğu ne gördük, ne de görebiliriz diye düşünüyoruz.. Ve başımızın üzerinde dolaşan bir sürü ince, kalın kablo.Bunların telefon hatları olduğunu ve her numaraya ait ayrı kablo olduğunu öğreniyoruz. Bir arabanın dahi zor geçebileceği sokaklarda bir saate yakın turluyoruz.. Her geçtiğimiz yer , bıraktığımızı aratmayacak şekilde ..
Oradan çıkıp, otobüsümüze bindiğimizde, hepimiz elimizi, yüzümüzü dezenfekteli ıslak mendillerle siliyoruz.. Ancak ya aklımızda , gönlümüzde kalan görüntüler, onları nasıl sileceğiz ? İçimiz burkuluyor.. Satıcılar renkli taşlı kalemleri, oyuncakları almamız için ısrar ediyor..
Gözümüz, gönlümüz ıslak biraz ilerideki Red Fort yani Kızıl Kale’ye gidiyoruz.. Babür Hükümdarı Şah Cihan’ın Delhi’yi başkent yaptıktan sonra inşa ettirdiği Lal Kila yani Kızıl Kale, inşasında kullanılan kırmızı taş nedeniyle bu isimle anılıyor. Uzunluğu 2,5 kilometre. Bir zamanlar dünyanın en gösterişli sarayı da burada.. Ülke tarihiyle ilişkisi çok yakın. 3 asırlık Mugal yönetiminin kapandığını ifade eden son hükümdar Bahadur Şah Zafer’in İngilizler tarafından indirildiği yer.. Ayrıca ülkenin ilk başbakanı Pandit Cavaharlal Nehru’Nun koloni yönetiminin sona erdiğini ilan ettiği yer..
Hindistan denince akla ilk gelen isimlerden biri de Mahatma Gandhi.. Hindistan’ın babası, özgürlük mücadelesinin kahramanı, ülkeye özgürlük getiren Mahatma Gandhi’nin cansız bedeninin yakıldığı bahçeyi de ziyaret ediyoruz.. Yamuna nehrinin batı yakasındaki bu noktaya Racgat deniyor.. Çeşitli egzotik bitkilern süslediği bu bahçeye yerleştirilmiş, sade, gösterişden uzak bu platformu, saygı ile ziyaret ediyoruz.. Üzerindeki beyaz kumaştan kıyafeti ile dağ bayır demeden, ülkesinin özgürlüğü için yürüyer, milyonları peşinden sürükleyen ve sonra bir suikasta kurban giden Gandhi’Nin heykellerini, fotolarını gezdiğimiz birçok yerde gördük.. Mumbai’de kaldığı, müze olan evini daha sonra yazacağım..
Hindistan’daki ilk günümüzde, çok esmer, çok zayıf, güzel sürmeli gözlü kadın ve çocuklar, rengarenk giysileri, fakirlik, yoksulluk, pislik, bunun yanında ihtişamlı oteller, görkemli saraylar, binalar aklımıza kazınıyor..
Müthiş Hint Yemekleri
Yorgun argın otele dönüyoruz.. Yıkanıp, otelin restoranına iniyoruz.. Hintli komşum bile “dışarda kapalı olmayan suyu içmeyin” dediğine göre yemeklerimizi otelde yemekten başka yol yoktu.. Oteldeki şık, lüks Hint mutfağı bulunan restorana giriyoruz.. Tertemiz beyaz kolalı keten örtüler, air condition’la buz gibi bir salon.. Çoğumuz ilk gecemiz olduğu için her tür Hint spesiyalitesini barındıran menüyü seçiyoruz.. Yemekler İngiltere’de yediklerimize benzemiyor.. Lezzet tavan yapmış durumda..
Yediğin, içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat derler, ama ben yediklerimizi de anlatmak istiyorum..
Menü lemon grass’lı (limon otlu) mercimek çorbası ile başlıyor.. Ve tavuk tandoori, istakoz masala, kuzulu briyani yani piriçli büryan kebabı, dal adı verilen siyah mercimekli çorbamsı sos.. Arka arkaya geliyor.. Nan , popodam, çapati, puri, roti..Hint ekmek çeşitler, sıcacık sofrayı donatıyor.. Doyamıyoruz. Sanki kıtlıktan çıktık..
Tarçın, karanfil, kişniş (koriander), kakule (cardomam), kimyon, kırmızı acı biberle harmanlanmış mis kokulu tatlar sentezi, “yemem, sevmem, midem kaldırmaz” diyen arkadaşlarımızı bile baştan çıkartıyor..Lezzet , tat ve kokuyu yazıya sığdıramam..
Eğer bir Hint restoranı bulursanız, aşçısı da gerçek tariflere uygun pişiriyorsa “afiyet olsun” derim.. O sıcakta, o acıları nasıl yeriz demeyin.. Öyle bir yeniyor ki..Mideniz sağlamsa süper..
Delhi’nin “tavuk köri”nin vatanı olduğunu, dünyaya buradan çıktığını duyduk ya, ondan da istiyoruz.. Tavuk, kuzu, deniz mahsülleri Hint mutfağında adeta başka bir tada erişmiş..
Fiyatlar mı ? İçkisiz adam başı 70 sterlini buluyor..Bu da gezimizde ödediğimiz en yüksek rakam oluyor.. Diğer faturalar 15-20 sterlini geçmiyor.. Kahvaltıda peyniri pek bilmiyorlar.. Yine Hint usulü sıcak, soğanlı, acılı, baharatlı yemekler, çorbalar yeniyor..Yumurtanın her türü mevcut. Dünya mutfaklarına uygun yumurta çeşitleri, ekmekler. Reçel ve tropik meyveler. Çay, kahve..
Çok yoksulluk görsek de pazarlarında rengarenk mango, papaya, muz, portakal, elma, hindistan cevizi, domates, salatalık, kabak, patlıcan bol bol var..