
Kars’i görmek için yolunuzun oraya düsmesini beklemeyin bosuna… Sözü bile var: “Kars’i görmek istiyorsan, Kars’a gitmelisin”… Bir zamanlarin Ipek Yolu’nun ana kavsaklarindan biri olan, Müslümanlarin Anadolu topragina ilk ayak bastigi, ilk namazini kildigi bu sehir, günümüzde kus uçmaz kervan geçmez bir uç sehir olmus kalmis… Uzun ve çetin kis mevsiminin geçit vermezligi, kisa süreli ilkbahar ve çok daha kisa süren yaz ile sona ermisken, asfalt eriten bir sicaklikla bogusan ve kurakligin sarisinin yesili çoktan bogdugu Istanbul’dan havalanip, Kars’a dogru yola çikiyoruz. Yaklasik 2-2,5 saat süren yolculugun sonuna dogru, uçagimiz alçalmaya basladiginda, bizi yemyesil ve sonsuza uzanan ovalar, çayirlar karsiliyor bu sehirde. Ufacik ama sevimli havalimaninin yaninda hummali bir insaat çalismasi sürüyor: 2 yila kalmaz, Kars’in yepyeni ve çok daha büyük bir havalimani olacakmis… Olsun, hatta ne güzel güzel olmasina da, o zamana kadar kaderine terkedilmisligine de bir çözüm bulunur umariz bu güzel sehrin de o büyük havalimani bombos kalmaz bozkirin ortasinda…
" />Kars’i görmek için yolunuzun oraya düsmesini beklemeyin bosuna… Sözü bile var: “Kars’i görmek istiyorsan, Kars’a gitmelisin”… Bir zamanlarin Ipek Yolu’nun ana kavsaklarindan biri olan, Müslümanlarin Anadolu topragina ilk ayak bastigi, ilk namazini kildigi bu sehir, günümüzde kus uçmaz kervan geçmez bir uç sehir olmus kalmis… Uzun ve çetin kis mevsiminin geçit vermezligi, kisa süreli ilkbahar ve çok daha kisa süren yaz ile sona ermisken, asfalt eriten bir sicaklikla bogusan ve kurakligin sarisinin yesili çoktan bogdugu Istanbul’dan havalanip, Kars’a dogru yola çikiyoruz. Yaklasik 2-2,5 saat süren yolculugun sonuna dogru, uçagimiz alçalmaya basladiginda, bizi yemyesil ve sonsuza uzanan ovalar, çayirlar karsiliyor bu sehirde. Ufacik ama sevimli havalimaninin yaninda hummali bir insaat çalismasi sürüyor: 2 yila kalmaz, Kars’in yepyeni ve çok daha büyük bir havalimani olacakmis… Olsun, hatta ne güzel güzel olmasina da, o zamana kadar kaderine terkedilmisligine de bir çözüm bulunur umariz bu güzel sehrin de o büyük havalimani bombos kalmaz bozkirin ortasinda…
Sehre giden yol boyunca, çayirlarda çogunlukla hanimlarin otlattigi kaz ve inek sürülerini izleye izleye ilerliyoruz. Sehrin içine girdigimizde ise, delik desik, tamirat halindeki yollar ve bu tamiratin yarattigi toz bulutlari karsiliyor bizi. Kars’ta geçirecegimiz 3 gün boyunca da, sehir içinde araçla ilerlemek, kent sokaklarinin neredeyse tümünde ayni anda baslatilmis ve devam ettirilmemekte olan tamirat nedeniyle imkansiz olacak.
Sehir mimarisiyle ilgili beklentilerimiz büyük: Ruslarin 40 yili asan hakimiyeti, bu sehirde temelli kalmayi planlamalarinin da etkisiyle, günümüzde biraz yemek kültüründe, çokça da mimariyle kendini gösteriyor diye okuduk gelmeden önce. Heyhat, zaman ve ilgisizlik çok acimasiz davranmis geride kalanlara: sehrin büyük bir bölümü gerçekten de Rus döneminden kalma binalarla dolu, ama neredeyse hepsi harap, hepsi yari yikilmis durumda. Kisa bir süre önce alinan kararla, bu binalar tarihi eser ilan edilmis ve yikilmalari yasaklanmis. Ancak restorasyonlari o kadar pahali ki, kimsenin alim gücü bu güzelim binalari eski görkemine kavusturmaya yetmiyor. Ruslar, ya tek katli ya da iki katli yapmislar binalarini. Tek katlilar daha ziyade mesken olarak kullanilmis, iki katlilar ise devlet daireleri için insa edilmis. Kiliseler disinda, o dönemden kalan daha yüksek bina bulmak mümkün degil zira, soguk kis bastirdiginda, günesin en ufak isigina bile muhtaç olan bu sehirde, kaldirimlar karli, buzlu kalmasin diye böyle bir yönteme basvurulmus. Günümüzde ise bu binalarin büyük bir kismi devlet dairelerine ev sahipligi yapiyor, geri kalanlari ise, mahzun ve bos bir sekilde, kendilerini eski görkemlerine kavusturacak parasi ve geçmise ilgisi bol yeni sahiplerini bekliyor.
Sehirde ilk istikametimiz Kars Müzesi. Küçük ama çok bakimli, kendi içinde çok zengin bir müze burasi. Girisi ücretsiz olmasina ragmen, tek ziyaretçi biziz. Müzenin ilk kati arkeoloji bölümü, ikinci kati ise etnografya bölümü olarak ayrilmis. Ayrica çocuklar için de yine giris katinda ögretici bir bölüm olusturulmus.
Yontma Tas Devri’nden itibaren kesintisiz olarak bir yerlesim bölgesi olan Kars’in Urartular’dan Sasaniler’e, Mogollar’dan Romalilar’a, Bizanslilar’dan Selçuklular’a tarih boyunca tüm hakimlerinin biraktigi izleri bu küçük müzede görmek mümkün. Bölgedeki ilk Müslümanlarin Samanizm’den kalan geleneklerinin Islam’la birlestigi heykelleri ve mezartaslari ise müzenin dingin bahçesini süslüyor.
Müzenin arkasindaki bahçede ise, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk adimlarinin atildigi günlerin önemli bir tanigi sergileniyor: bu, üzerinde Osmanlica ve Rusça yazilar olan bir vagon. Istiklal Savasi sürerken, yeni kurulmus olan Sovyetler Birligi’nin Mustafa Kemal ve arkadaslarina destek olmak için gönderdigi ilk 500.000 altin, bu vagonla gelmis ve Kazim Karabekir’e bu sehirde teslim edilmis. Belki de bu topraklardaki tarihin seyrini degistiren bu vagonu geride birakip otelimize dogru yol aliyoruz.
Kars, Türkiye’nin dogu ve güneydogusunu pençesine alan PKK sorunlari ortaya çikmadan önce özellikle yurtdisi turizminde çok güçlü bir destinasyonmus. 1985’lere kadar, kalinacak dogru düzgün bir otel bile olmamasina ragmen, her hafta iki üç turist kafilesi gelirmis. Günümüzde ise, sokaklarda turist niyetine bir biz variz, bir de gözümüze çarpan iki üç yabanci çift. Halbuki oteller çok daha iyilesmis, sayilari artmis, güvenlikle ilgili hiçbir sorun yok ama o önyargi ve yerel yetkililerin bosvermisligi, turizmi burada öldüresiye baltalamis.
Kars’taki ilk yemegimiz, bize sitayisle tavsiye edilmis olan Kars Kazevi’nde. Son derece mütevazi, hatta siradan denebilecek bir ilk izlenim birakan bu mekana adim attigimizda, “övülecek ne var burada” diye düsünmeden edemiyoruz. Ama ilerleyen dakikalar ne kadar yanildigimizi gösteriyor. Kars’i ziyaret etmis ünlülerin ve devlet adamlarinin fotograflari ile duvarlari süslenmis bu mekani gerçekten essiz kilan, leziz yöresel yemekleri oldugu kadar kurucusu ve isleticisi Nuran Teyze… “Hükümet gibi kadin” ifadesinin canli abidesi adeta Nuran Teyze. Güçlü Anadolu kadininin destanlardan firlamis bir sureti. Basinda geleneksel basörtüsü, günlük yöresel elbisesinin üzerine giydigi tayyör ceketi ve etkileyici tok sesiyle size Kars’i ve kaz yetistiriciligini öyle bir anlatiyor ki, kendinizi bu sehre, bu sehrin tanitilmasina adamak istiyorsunuz o anda.
Ayni zamanda Kaz Yetistiriciligi ve Irkini Devam Ettirme Dernegi’nin kurucusu ve baskani olan Nuran Teyze, kaz yetistiriciligi konusunda önde gelen bir uzman olmus, Birlesmis Milletlerin ilgili komisyonlarindan, Bogaziçi Üniversitesi’nin sempozyumlarina kadar birçok ortamda konusmaci olarak bulunmus. Hatta öyle ki, Kars ya da kaz yetistiriciligi ya da kaz yemekleri konusunda herhangi bir bilgiye ulasmak isteyen arastirmacilarin, gazetecilerin ilk basvurdugu adres olmus. Ayni zamanda kadinlara is imkanlari sunulmasi konusunda da çalismalari olan Nuran Teyze, isletmesinde pozitif ayrimcilik yaparak, sadece kadinlara is veriyor. Bütün bunlari yaparken, devletten herhangi bir destek almayan Nuran Teyze’nin bizden tek bir talebi var: “lütfen sesimizi duyurun” diyor, bu sehrin taninmasina, turizmine destek olun diyor…
Nuran Teyze’nin kendi elleriyle yaptigi yemekler ise adeta bir sölen… Ekmek yerine “kete” adi verilen bir hamur isi var sofrada, biraz misir ekmegini andiran bir tat. Önden “ayran asi” adi verilen bir çorba geliyor. Rayihasi bol, içinde yörenin çok çesitli otlari bulunan leziz bir çorba. Ardindan, hamur isi sevenlerin bayilacagi, adi “hangel” olan bir ara sicak servis ediliyor: kare kare kesilmis hamurlar, üzerine yogurt, karamelize edilmis sogan ve biraz tereyagi. Artik hamurunda mi, yogurdunda mi tadi bilinmez ama bu sade yemek mest ediyor insani. Artik yemek yiyecek yerim kalmadi derken geliyor ana yemegimiz: kaz eti ve kazin suyunda pisirilmis bulgur pilavi. Kars’taki kazlar suni yemle beslenmedigi, yol boyunca uzanan çayirlarda otladigi için, eti bir baska olurmus. Gerçekten de baska hiçbir yerde yedigimiz kaza benzemiyor buradakinin tadi. Nuran Teyze’ye Fransiz mutfaginin degerli yemegi “kaz cigeri”ni soruyoruz. Dogal ortamda beslenen kazin cigeri küçük olurmus, o yüzden Kars’ta kaz cigeri makbul degilmis. Fransa’daki kaz cigeri için, hareket etmeden yetistirilen, özel bir beslenmeye tabi tutulan kazlar gerekliymis.
Nuran Teyze ile sohbet keske hiç bitmese desek de, ertesi gün yolumuz uzun oldugundan, saatler daha da ilerlemeden ayriliyoruz Kars Kazevi’nden. Temmuz ortasinda polar giyiyor olmayi garipsemiyoruz zira sokaktaki soguk, Istanbul’in kis aylarini aratmiyor bize.
Kars’taki ikinci günümüze heyecanla uyaniyoruz, istikametimiz Ani Harabeleri. Daha 15-20 yil öncesine kadar, Ani Harabeleri’ne gitmek için, önce Kars Müzesi’nden sonra da Kars Emniyet Müdürlügü’nden özel izinler almak gerekiyormus, hatta Ani Harabeleri’nde fotograf çekmek bile yasakmis. Neden mi? Çünkü bir adim öteniz, bugünün Ermenistan, dünün ise SSCB siniri… Neyse ki, günümüzde artik bu tür formaliteler kalmamis.
Yaklasik 1 saat süren yolculugumuz sonunda, önce Ocakli Köyü’ne variyoruz. Ani Harabeleri’nin kiyisinda kurulu ve hayvancilikla ugrasan bu küçük köyün sakinleri, yediden yetmise bize el sallayip duruyor. Turistik yörelerin alisilmis satis tezgahlari yok burada, hatta içecek bir su, bir mesrubat alacak bir küçük bakkal dükkani bile yok. O derece ücra ve el degmemis bu topraklar.
Köyü yürüyerek geçip, Ani Harabeleri’nin devasa surlarinin önüne geliyoruz. Öyle bir ihtisam karsiliyor ki bizi, insanlik tarihinde küçücük bir nokta oldugumuzu iliklerimize kadar hissediyoruz. Iç kapidan geçip, arkeolojik kazilarda daha sadece % 15’i gün yüzüne çikartilmis katman katman tarihin içine daliyoruz. Bastigimiz her karis topragin altinda tarih yatiyor, ürperiyoruz.
Bir yanda, Anadolu topraklarinda insa edilmis olan ilk cami özelligini tasiyan Mahiçehr Camii, diger yanda Atesgede Zerdüst Ates Tapinagi, sagda bir Gürcü kilisesinin kalintilari, ileride gotik mimari tarzi çikmadan 2 yüzyil önce ayni teknikle insa edilmis Katedral, nam-i diger Fethiye Camii – zira Müslümanlarin Anadolu topraginda namaz kildigi ilk yer burasi -, biraz daha ileride, Ermeni tarihini anlatan çizimleri günümüze kalan tek kilise özelligi ile bilinen Tigran Honents Kilisesi, onun az ilerisinde Selçuklulardan kalan bir hamam… Burasi insanligin tarihçesi adeta…
Ve Arpa Çayi’nin olusturdugu sinirin ötesinde Ermenistan…. Ani Harabeleri’nde dolastikça, insanoglunun yarattigi kavramlari, sinirlamalari, yaftalamalari, önyargilari sorgulayip duruyor dimagimiz ve isyan ediyoruz yüzyillardan geriye kalanlarin birliktelik ve beraberlik olacagina salt ihtisamla yükselen taslar olmasina…
Yarim günümüzü aliyor Ani Harabelerini gezip dolasmak. Temmuz ayinda Kars’in serinligi olmasa, tek bir agacin gölgesi bile bulunmayan bu yerde, bu geziyi yapmak ne mümkün? Rotamizi daha serin bir bölgeye, Çildir Gölü’ne çeviriyoruz. Yaklasik 2200 metre yükseklikte bu göle dogru ilerlerken, saganak yagmur bizimle birlikte geliyor gittigimiz her yere. Arabanin camindan gördügümüz aralarina sari, mor çiçeklerin serpistirildigi yemyesil çayirlar, uçsuz bucaksiz ve hayvan sürüleri öbek öbek. Kisin dondugunda, üzerinde atlarin çektigi kizaklarla yarislar düzenlenen Çildir Gölü’nün kiyisinda Atalay Yeri’ne giriyoruz.
Yagmur yeni dinmis, her yerde islak çimen ve toprak kokusu buram buram. Karsi kiyida bir yerlerde yagmur devam ediyor, görüyoruz kara kara bulutlari rüzgarla hareket ederken. Atalay Yeri’ne balik yemeye geldik gelmesine de, baliklar artik Çildir’da bulunmuyormus. Neden diye soruyoruz, Israilliler göle diger canlilari öldüren bir balik türü saldi, sabote etti diyorlar. Neden bunu yapsinlar sorusunun cevabi yok, neden Israilliler sorusunun cevabi yok, inanmislar buna besbelli nedensiz sebepsiz. Biz de, baska bir yerden getirilmis alabaliklari yiyoruz burada. O kadar saattir aç açina yoldayiz, yagli magli dinlemeden önümüze konani silip süpürüyoruz.
Sehre dönüsümüz sessiz geçiyor, tarih ve doga bombardimanina tutulmus ve bitap düsmüs gibiyiz. Otelde kisa bir dinlenme sonrasi, ilginç bir gece bizi bekliyor. Eski bir Rus evinin içine kurulmus olan KARStore’dayiz bu aksam. Esasen bir restoran burasi ama ayni zamanda Kars’ta turistik esya ve yöreyle ilgili kitaplar satan da tek yer. Küçük bir alisveristen sonra, bize ayrilan yere geçiyoruz. Masada yöreye özgü peynirler ve kirmizi sarap bizi bekliyor.
Ana yemegin gelmesini beklerken, iki genç sahne aliyor. Birinin elinde akordeon, digerinde nagara (tefe benzeyen küçük bir el davulu). Azeri türkülerini onlarin yanik sesi esliginde söylüyoruz. Ardindan ana yemegimiz geliyor: masrapalar içinde firinlanmis etli türlü, yaninda yufka… Söyle yememiz gerekirmis: yufkayi küçük küçük parçalara bölüp tabagimiza koyacagiz, sonra masrapadan yemegin suyunu üzerine bosaltacagiz, yufkalar iyice yumusayacak suyun içinde ve kasiklayarak bir yufkalardan, bir de masrapanin içindekilerden yiyecegiz. Dogrusunu yapmaya çalisarak yiyoruz bu yöresel yemegi.
Biz yemegimize devam ederken, iki asik sahne aliyor ve asik atismasi basliyor. Dogaçlama sanatinin topraklarimizdaki atasi diyebilecegimiz bu performans bizi yeri geliyor güldürüyor, yeri geliyor hüzünlendiriyor, yeri geliyor utandiriyor, yeri geliyor derin derin düsündürtüyor. Asik Bilal Ersari’nin dilinin kemigi yok: korkusuzca, çekinmeden politikacilari, sanatçilari, gündemi, hatta Avrupa Birligi’ni elestiriyor da elestiriyor. Dedigine göre elestirmeyecegi ve elestirmeyecegi tek kisi varmis: Mustafa Kemal Atatürk… bunu söylediginde restoranimiz alkislarla inliyor.
Sazla sözle geçen gecemizin ardindan Kars’taki son günümüz basliyor. Sabah Kars’in meshur kaymagi, bali ve peynirinden olusan kallavi bir kahvalti yapip, Sarikamis’a dogru yola çikiyoruz. Ufukta Allahuekber Daglari belirdikçe, suskunlasiyoruz, donuklasiyor adeta bakislarimiz. Bu topraklar da, tipki Çanakkale gibi, bagrindaki onbinlerce sehidin hüznüyle yogrulmus sanki. 1914 senesinin Aralik ayinda, akli ihtirasina yenilmis Enver Pasa’nin ayaginda çarigiyla savasmaya degil donarak ölmeye gönderdigi 60.000 askerimiz bu topraklarda mezarsiz yatiyor. Yoldaki “Allahuekber Dagi Sehitligi”nde Mehmet Akif Ersoy’un “bir hilal ugruna ya Râb, ne günesler batiyor” dizelerini ve daha on yedisindeki, yirmisindeki sira sira sehit isimlerini okudukça, gözlerimiz tarihin utanciyla yerden kalkamaz oluyor.
Sehitlikteki kisa moladan sonra, Sarikamis yoluna devam ediyoruz. Sarikamis da tipki Kars gibi, Ruslarin adeta asla gitmemek üzere bina insa ettikleri bir bölge olmus. O dönemden kalan askeri binalar, halen Türk ordusu tarafindan kisla olarak kullaniliyor. Kentin kuzeyinde, kis turizmine yönelik oteller ve Temmuz ayinda yemyesil vadiler olarak uzanan kayak pistleri görülüyor. Sarikamis’in içinde ise erkek egemen bir hava hakim. Kars’ta kadinlar ne kadar sokaktaki günlük hayatin ayrilmaz bir parçasi ise, Sarikamis’ta o kadar kapanmis evlerine: sokaklardaki tek kadinlar biziz. Burada yüzler hiç gülmüyor, bakislar hep öne egik, aman göz göze gelmeyelim dercesine. Halbuki Kars’ta o kadar insan canlisiydi ki ahali, hep gülümseme, hep sohbetle geçmisti sokaklardaki her animiz.
Sarikamis merkezde, oturup çay, kahve içebilecegimiz bir yer bile bulamiyoruz maalesef ve kentin güney tepelerindeki Katarina Av Köskü’ne tirmanmaya basliyoruz. 1880’lerin muhtesem mimarisinin çökmek üzere olan bir örnegi var karsimizda. Onca bakimsizliga ragmen, halen çok azametli bir görüntüsü var binanin. Aklimizdan hemen bu binayi restore edip neler yapilabilecegine dair hayaller geçiyor rutubet kokan odalarini tek tek gezerken.
Sarikamis’taki kalisimizi çok uzatmadan Kars’a dönüs yoluna koyuluyoruz. Sehirdeki son birkaç saatimizde, sehrin sokaklarinda dolasmayi planladik. Önce, Kars’in ünlü peynirlerinden ve balindan almak için, nami ülke çapina yayilmis Büyük Zagotlar magazasina giriyoruz. Aslinda mandiralarini da ziyarete açmislar ama zamanimiz olmadigi için üzülerek mandira ziyareti tekliflerini geri çeviriyoruz.
Tadimlik kasar ve gravyer peynirleri, tereyagi ve bal ise unuttugumuz tatlari yeniden yasatiyor bize. Istanbul’a kargoyla 1 gün içinde gönderim yaptiklarini ögrenince, hemen siparislerimizi veriyoruz.
Ardindan, Yildiz Hali ve El Sanatlari magazasina ugruyoruz. Ikinci bir örnegi olmayan essiz halilari tek tek dinliyoruz sahibinin agzindan. Hangi halidaki hangi motif, neyi temsil ediyor, tek tek anlatiyor bize magaza sahibi, gözleri isil isil anlatirken, belli ki çok seviyor bu isi. Zaten hali koleksiyonculuguyla baslamis bu ise, sonra bakmis çok birikmis halilar, satis isine de girmis. Ama hadi su haliyi alayim dediginizde, sanki duymamis gibi yapiyor, birkaç kere daha tekrar etmeniz gerekiyor, adeta ayrilmak istemiyor hiçbir halisindan.
Zamanin nasil geçtigini anlamadan, ayriliyoruz buradan da ve istikametimiz, dedesinin görevi nedeniyle çocuklugunun bir bölümünü Kars’ta geçirmis olan Namik Kemal’in Evi... Günümüzde bu ev bir sanat merkezi olarak kullaniliyor. Sehrin gençleri bize Kafkas danslarindan olusan kisa bir gösteri sergiliyorlar. Zor bir dans bu, o yüzden gösterideki aksakliklari hiç dikkate almiyoruz, yöre gençlerinin istegi, sevki ve gözlerindeki isiltiyi dakikalarca ayakta alkisliyoruz.
Son ögle yemegimizi, Kars’in kadinlara yönelik basarili çalismalarinin bir baska örnegi olan Kadineli Restoran’da yedikten sonra, bizi Istanbul’a, sehrin karmasasina geri götürecek uçagimizin yolunu tutuyoruz… Aklimizda tek bir sey var: en kisa zamanda Kars’a geri gelmeliyiz, hem de bu sefer kara kisin hüküm sürdügü o soguk günlerde...
Bu yazinin Hürriyet Daily News'da yayinlanan Ingilizce versiyonuna http://www.hurriyetdailynews.com/seeing-kars-before-the-summer-ends.aspx?pageID=238&nID=52668&NewsCatID=379 linkinden ulasabilirsiniz