Eski dünyanın yüzyıllar önce keşfettiği Peru, ülkemizdeki gezi meraklıları tarafından pek fazla tanınan bir ülke değil. Arada sırada iletişim organlarına yansıyan haberlerden, lise yıllarımızdaki genel coğrafya bilgilerimizden aklımızda kalanlar ise İspanyolların tarih sahnesinden sildikleri İnkalar’dan, sinirlenince tüküren lamalardan, uzaylılara atfedilen dev boyutlu Nazca çizgilerinden ibaret genelde. Fakat bu bölük pörçük bilgiler, bu toprağın yarattığı renkli ve ilginç tabloyu yansıtmaktan oldukça uzakta ne yazık ki. Bu kültürü tanımak için, tarihinden coğrafyasına, kayıp kentlerinden kasabalarına derinlere inen bir gezi yapmak şart. Peru iklim olarak da, coğrafya olarak da üç bölgeye ayrılıyor. Pasific Okyanusu boyunca uzanan kıyı şeridi subtropikal iklim nedeniyle çöllerle kaplı. Başkent Lima’nın da içinde bulunduğu bölge bu nedenle hemen hiç yağmur almıyor. Sürekli bulutlu bir gökyüzü ancak tek damla yağmur yok. Bu koşulların bir sonucu olarak da arabalarda silecek, evlerde kalorifer bulunmuyor bu bölgede. Kıyı şeridinin hemen arkasında 3.000-3.500 metrelik sürekli karlı zirveleriyle And Dağları silsilesi ve onun yarattığı dağ iklimi hüküm sürüyor. İknaların ve İnka öncesi uygarlıkların mesken tuttuğu bu bölge arkeolojik anlamda ülkenin en zengin bölgesi aynı zamanda. Peru’yu kuzeyden güneye yaran bu kütlenin hemen arkasında ise Amazon yağmur ormanları (dünyanın en zengin flora ve faunası) bulunuyor. Bu şekilde doğu-batı yönünde ilerlediğinizde üç farklı iklimle karşılaşıyorsunuz. İspanyol Sömürgesi Peru’nun tarih içersinde geçirdiği dönemler de birbirinden oldukça farklı. İlk insan yerleşimlerinin milattan önce 10 bin yıllarına tarihlendirildiğinde bu topraklarda iknalar hakimiyetinden önce birbirinden bağımsız, kabile yaşamı süren birçok kültür barınıyor. İnkalar da ülkenin tümünü ele geçirdiklerinde bu kültürleri yok etmeyip bugüne kadar gelmelerini sağlıyorlar. İnkalardan çok önce var olan Keçua ve Aymara dillerinin bugün hâlâ kısmen de olsa konuşuluyor olması bunun bir kanıtı. İS 15. yy’a kadar Cuzco şehrinin çevresinde yaşayan kabilelerden biri olan İnkalar 1438 yılında İmparator Pachacuti’nin başa geçmesiyle yayılma ve ele geçirme politikalarına başlıyorlar. Çok kısa sürede Ekvator’dan Şili’ye uzanan 5.500 km’lik kuşağı ele geçirerek bugün “İnka Uygarlığı” olarak bilinen kültürü yaratan İnkalar mükemmel taş işçiliğine, üst düzey matematik bilgisine, ülkeyi baştan aşağıya (İnka Kraliyet Yolu olarak da bilinen) yollarla donatacak yeteneğe sahipler, hem de yazıyı ve tekerleği keşfedememiş olmalarına rağmen… Tarihin bir cilvesi olsa gerek bu ilginç uygarlığın düşüşü de yükselişi gibi hızlı olur. Ünlü İspanyol “conquistador” Fransisco Pizarro efsanesi altın ülkesi “Eldorado’yu ararken 1532 yılında 150 adamıyla beraber Peru’nun Batı kıyısına ayak basıyor. O tarihte ülke İmparator Huayna Capac’ın iki oğlu Huascar ve Atahualpa arasında taht kavgasına sahne olmaktadır. Bu karışıklıktan yararlanmak isteyen Pizarro daha güçlü olan Atahualpa ile bir buluşma ayarlar. İnka ordusu ile 150 İspanyol bir meydanda karşı karşıya gelirler. Bir rahip Atahualpa’ya giderek elindeki İncil’i gösterir ve “Bu Tanrı’nın sözleridir” der. Atahualpa İncil’i eline alır, sallar ve sonra “Bundan hiçbir ses gelmiyor” diyerek kitabı yere atar. Bu harekat İknaların sonunu getirir, çılgına dönen İspanyollar ateşli silahlarının yardımıyla Atahualpa’yı esir alırlar. Pzarro Atahualpa’nın içinde tutulduğu hücreyi dolduracak kadar altın getirilirse imparatoru serbest bırakacağını söyler. İknalar tapınaklarından söktükleri altınlarla odayı doldurmalarına rağmen Pizarro gene de Atahualpa’yı öldürerek, 300 yıl sürecek İspanyol sömürüsünün sürecini başlatır. 1820 yıllarında devrimci lider Simon Bolivar önderliğinde bağımsızlığına kavuşan Peru’nun o tarihten bugüne siyasi yaşamı darbelerle ve siyasi çalkantılarla dolu. Güneşin Oğlu – Ayın Kızı Böylesi tarihsel ve iklimsel çeşitliliğe sahip bir ülkede elbette gezilip görülebilecek pek çok yer var. Tabii bu biraz da ne kadar zamanınız olduğuna bağlı ancak yine de Titikaka Gölü, kayıp kent Machu Picchu, Amazon Ormanları ve Nazca çizgileri görülmeden bu ülkeyi bütünüyle kavramak çok zor. Deniz seviyesinden 3.800 metre yükseklikteki Titikaka Gölü dünyada büyük teknelerin ulaşımına olanak veren en yüksek göl sıfatına sahip. Peru’nun güney batısında yer alan bu göle hem Peru’nun, hem de Bolivya’nın kıyısı var. Hatta Bolivya’nın suyla tek bağlantısı bu göl olduğundan Bolivya donanması da burada bulunuyor. Titikaka Gölü Perulular için kutsal. Kutsallığın gerisindeki efsane ise İnkalar’a dayanıyor. İnka inanışında en yüce varlık, en büyük tanrı güneş. Mitolojiye göre güneş – tanrı oğlu Manco Capac’ı insanları aydınlatması için gökyüzüne gönderiyor. Ay-tanrı da kızı Mama Oclo’yu Manco’ya eşlik etmesi için gönderiyor. Bu ikisi bugün göl üzerindeki Güneş Adası ve Ay Adası üzerinde beliriyorlar ve efsaneye göre birlikte bugünkü Cuzco’nun bulunduğu yere gelip İnka Uygarlığı’nı başlatıyorlar. Bölge yerlilerinin başlıca geçim kaynakları balıkçılık ve sazdan yapılma ürünler. Burası sazdan yapılma kayıklarıyla ve gene sazdan yapılma adalarıyla ünlü. Uros Yüzer Adaları adındaki bu adalar tamamen insan yapımı, sazdan üretilmiş ve göl tabanıyla bağlantısı olmadığından kendi kendine yüzer durumda bulunuyorlar. Ada sakinleri sazlar çürümeye başlayınca kendilerine yeni bir ada yapıp eski adaları göle terk ediyorlar. Sazdan yapılma kayıklara ilgi gösterenlerden biri Norveçli arkeolog ve “KonTiki” kitabının yazarı Thor Heyerdahl. Tarih öncesi devirlerden beri Afrika ile Güney Amerika kıtası arasında alışveriş olduğunu ve okyanusun bu sazdan teknelerle geçildiğini savunan Heyerdahl, 1970’lerde bu bölge ustalarına iki tekne yaptırarak, önce Pasific Okyanusu’nu (Kon-Tiki teknesiyle) sonra da Atlantik’i (Ra II) teknesiyle geçmiş. Heyerdahl’ın kuramını kanıtlayan Ra II teknesi göl kıyısındaki bir açık hava müzesinde sergileniyor günümüzde. Bu bölgeye ilgi gösteren bir başka kişi ise ünlü deniz bilimci Jacques Coustau. Güneş ve Ay Adaları arasında efsanevi bir köprü olduğuna inanan Coustau gölde yaptığı dalışlarda köprüyü bulamasa da, o güne kadar bilinmeyen bir kurbağa türü keşfetmiş. Titikaka Gölü’nün kuzeyinde İknaların başkenti Cuzco bulunuyor. İspanyolların gelişiyle mimari açıdan İspanyol hakimiyetine giren kentte her şeye rağmen sokak aralarındaki evlerin duvarlarında İknaların muhteşem taş işçiliğinin izlerini görmek mümkün. Cuzco’dan her gün Machu Picchu’ya tren kalkıyor. And Dağları’nın zirvesinde yer alan Machu Picchu 1911 yılında Amerikalı mimar Hiram Birgham tarafından tesadüf sonucu keşfediliyor. Aslında başka bir şehri arayan Bingham, kısa sürede daha önce kimsenin hatta yerlilerin bile varlığından habersiz olduğu yeni bir keşif yarattığını anlıyor. İnkaların klasik teraslı mimari tarzıyla dağın zirvesine oturtulmuş olan kent aslında bir tapkı merkezi, bir tapınak kompleksi. Muhteşem manzarasıyla herkesi büyülen Machu Picchu hergün dünyanın dört bucağından binlerce insan tarafından geziliyor. Kent tanrılara kurban sunmak ve adak adamak amacıyla yapılmış birçok tapınaktan oluşuyor. İknalar çok önemli olan bu arazide teraslı tarım tekniğiyle yetiştirebildikleri ürünlerin (mısır, koka, patates) en yüksek kalitede olanlarını bu tapınaklarda tanrılara sunuyorlar. Bu nedenle zirvenin etekleri teras şeklinde tarlalarla kaplı. Machu Picchu aynı zamanda dağların zirvelerinden geçerek ülkeyi baştan başa kat eden İnka Kraliyet Yolu’nun da son noktası. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen yürüyüşçüler, trenden 88. kilometre adı verilen yerde inerek Machu Picchu’ya bu yoldan ulaşıyorlar. Yaklaşık 3 gün süren bu yürüyüşün mükafatı da Machu Picchu’nun büyüleyici güzelliğini güneşin ilk ışıklarıyla, henüz turistlerle dolup taşmadan görüp yaşayabilmek oluyor. Amazonun Eşsiz Güzelliği 3.200 metrelik zirvelerden dağın öbür tarafına Amazon Bölgesi’ne geçildiğinde ise tamamen farklı bir ortama adım atmış oluyorsunuz. Yüzde 90’ı aşan nem oranı ve kilometrekarelerce uzanan “jungle”ları ile Amazon, dünyada eşi benzeri olmayan bir yer. Amazon Bölgesi’ne karadan ulaşmak imkansız. Ya tekne ile nehrin kollarında aylarca sürecek bir yolculuğa çıkılmalı, ya da bölgedeki tek büyük yerleşim yeri olan kuzeybatıdaki Iquitos’a uçakla gidilmeli. Tarihte bölgeyi ele geçirmeye çalışanlar, ki bunların arasına Pizarro’nun kardeşi de dahil, Amazon cangıllarında yüzlerce insanın hayatına mal olan seferlerde her şeylerini yitirmişler. O günden bugünlere çok şey değişmiş, bölgeye turizmin gelmesiyle Amazon’un efsanevi gizemi ve ulaşılmazlığı da sona ermiş. Iquitos ve çevresinde turistlerin kalabileceği bungalov tipi tatil köyleri bulunuyor. Bu tatil köylerindeki aktiviteler genellikle standart. Sabah erken kalkıp nehirde tekneyle gezinti ve kuş seslerini dnleme, öğleden önce yerel rehber eşliğinde cangılda yürüyüş ve akşamüstü tekneyle nehirde güneşin batışını seyretme. Bunlara nehrin dar kollarında piranha avlama ve yerel rehber eşliğinde yerli köyleri ziyaret de eklenebiliyor. Amazon’da çok sayıda kuş türü bulunuyor. Maymunlar, papağanlar, kimi zaman da yılanlar ormanda karşılaşılabilecek hayvanlardan. Tabii nehirdeki piranhaları da unutmamak gerekiyor. Her ne kadar turizm ve sanayileşme bölgenin inanılmaz çeşitliliğe sahip faunasına zarar vermiş olsa da, nem ve sivrisinekle sorunu olmayanlar için Amazon, Peru’ya gelmişken kaçırılmaması gereken yerlerden. Kesinlikle görülmesi gereken bir diğer yer ise Nazca çizgileri. Nazca’ya gitmek için öncelikle başkent Lima’ya ulaşmalısınız. Lima, dünyanın diğer başkentleri ile kıyaslandığında oldukça genç bir şehir. 1535 yılında Pizarro tarafından kurulan şehir, yüzyıllar içinde büyüyerek bugünkü konumuna ulaşmış. Bakanlık sarayının ve içinde Pizarro’nun mezarı olduğu varsayılan lahdin yer aldığı katedralin bulunduğu Plaza de L’Armas meydanı özellikle görülmesi gereken yerlerden. Ayrıca İspanyol talanından arta kalan altınların sergilendiği “Altın Müzesi” ve ilgilenenler için geçtiğimiz yıllarda Tupac Amaru gerillalarının aylarca süren rehine olayının gerçekeştirdiği Japonya Büyükelçiliği de (uzaktan da olsa) görülebilir. Nazca’ya ise Lima’dan kalkan küçük uçaklarla birkaç saatte ulaşılıyor. Nazca Gizemini Koruyor Nazca çizgileri hiç şüphesiz dünyanın en gizemli yerlerinden bir tanesi. Çöl toprağı üzerinde kilometrelerce uzayıp giden paralel çizgiler, metrelerce büyüklükteki hayvan figürleri, mükemmel daireler ve sarmallar hâlâ esrarını koruyor. Yer seviyesinden görülmesi imkansız olan ve ancak uçakla 500-600 metreden görülebilen bu figürlerin niçin ve nasıl yapıldığı hâlâ çok çeşitli spekülasyonlara yol açıyor. Nazca çizgileri ilk defa 1920’lerde su kanallarının izini süren iki arkeolog tarafından keşfedilmiş. Çizgilerin dümdüz uzanan çölün orasında bulunması ve fark edilmelerine olanak sağlayacak hiçbir yükselti bulunmaması bu kadar geç keşfedilmelerinin esas nedeni. Nazca kültürüne mensup insanların çöl zeminini kaplayan siyah tabakayı temizlemesiyle oluşan çizgiler, çöl toprağının okside olup renk değiştirmesi ve hemen hiç yağış olmaması sayesinde günümüze ulaşmış. Nazca çizgilerini görmek için iki ya da dört kişilik Cessna tipi uçaklara biniliyor. Yarım saatlik bir tur boyunca, 180 metrelik kertenkele, 46 metrelik örümcek, mükemmel sarma kuyruğuyla 90 metrelik maymun, 53 metrelik pelikan ve daha birçok figürün üstünde dolaştırıyor pilot yolcularını. Çizgilerin nasıl yapıldığı bilinmese de, niçin yapıldığı üzerine birçok teori var. Bunlardan en ünlü ikisi: Reiche ile Von Daniken’in savları. 1945’ten beri bölgede araştırmalar yapan Alman matematikçi Maria Reiche, çizgilerin güneşin doğuşunu ve batışını, mevsimleri, ayın hareketlerini gösteren tarımsal amaçlı astronomik bir takvim olduklarını söylüyor. Ünlü UFO araştırmacısı Erich Von Danken ise çizgilerin uzaylılar tarafından yapıldığını ve bu bölgenin UFO’lar için bir havaalanı olarak düzenlendiğini öne sürüyor. Von Daniken’in piyasaya çıkmış Nazca üzerine bir de kitabı bulunmakta. Sonuçta her ne kadar teoriler çok çeşitli olsa da, hiçbiri günümüzden bin yıl önce, bu insanların çizdikleri figürleri görme olanağı bile olmadan nasıl bu kadar mükemmel yapıtlar yortaya koyduklarını açıklayamıyor. Peru, kültürüyle yerleşim yerleriyle, yukarıda bahsedilenlerden ibaret değil elbette. Köyleriyle, festivalleriyle, İnka kentleri ve tapınaklarıyla, okyanusla, And Dağları ile, Amazon’la kültür ve gezi meraklıları için çok daha fazla ilginç görüntüler sunmakta. Ülkemizden binlerce kilometre uzakta, bizden çok farklı bir coğrafyada, kültürde, iklimde yaşanılanları, görülenleri kağıda dökmek her zaman çok mümkün olamıyor ne yazık ki. Sanırız en iyisi, bu toprakları insanın kendi gözleriyle ve kendi elleriyle duyumsaması. Güneşin çocukları İknaların kendine özgü renklerini, Peru’yu gördükten sonra, dünyaya başka bir gözle bakacağınıza hiç şüpheniz olmasın.
CUMHURİYET GAZETESİ
01 Haziran 2005-FERHAT PEKİN