
Eski Cami’den çıktıktan sonra Hürriyet Meydanı’nda 1418’e tarihlenen Bedesten ziyaretinizi bekler. 14 kubbeli bu yapı zamanında pamuk ve ipek tüccarlarının merkezi olmuş. Bedesten’in arkasında karşınıza Rüstem Paşa Kervansarayı çıkıyor. Sırada 1443-1447 arasında II. Murat tarafından yaptırılan Osmanlı mimarisinin erken ve klasik üslubu arasında bir köprü oluşturan Üç Şerefeli Cami var. Hürriyet Meydanı’nın hemen karşısında Mimar Sinan tarafından 16. yüzyılın sonlarına doğru yapılan ve aktif olan Sokollu Mehmet Paşa Hamamı yer alıyor. Erkek ve kadın için ayrı bölümleri olan hamam, adeta Osmanlı tarihinden kopup gelen bir sayfa. Ali Paşa Çarşısı ise, yıllar yılı ticaretin kalbinin attığı Edirne’ye özgü pek çok ürünü ve hediyelik eşyayı bulabileceğiniz bir çarşı. 1569 yılında Mimar Sinan’ın çiziminden çıkan bu çarşı, 1992 yılındaki büyük yangında tamamıyla tahrip olmuş ve tekrar 1997 yılında yenilenmiş.
Edirne’ye gelmenizle birlikte içinizde bir heyecan oluşur. Bu heyecanı yaratan ise onca öykü, övgü ve anlatıya konu olan, sabahtan beri gözünüze ilişen, daha şehre yakınlaşırken siluetini gördüğümüz yüce Selimiye Camisidir. Mimar Sinan’ın seksen yaşında “benim ustalık eserim” dediği Selimiye şaheseri ile karşılaşınca heyecanlanmamak olası değil. Osmanlı-Türk sanatının ve dünya mimarlık tarihinin başyapıtlarından birisi Edirne’nin simgesi olan Selimiye Camisi, 1566–1574 yılları arasında Sultan II. Selim için Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş. Padişahın ölümünden hemen sonra tamamlanan cami, özellikle şehrin her köşesinden görünen konumu ile Mimar Sinan’ın mimarlığının yanı sıra şehircilik dehasını da yansıtmakta. 31.28 metre çapındaki kubbesi ile Ayasofya’yı geride bırakan Selimiye, üçer şerefeli dört zarif minaresi ile göklere meydan okumakta. Caminin ferah ve geniş iç mekanı ayrı bir güzellik. Gösterişli ahşap kürsüden, özenle işlenmiş mermer minbere, mihrabın etrafındaki Osmanlı ve dünya sanatında ayrı bir yeri sahip İznik çinilerinden, 12 mermer sütuna oturan müezzin mahfiline kadar, Selimiye dışı kadar içi ile de nefesimizi kesiyor. Tam gün geçirebileceğiniz cami, anlatılan tüm efsaneleri doğrulamakta. Bir dünya mirası olan yapı, yüceliğe ve huzura sahip. III. Murat zamanında Selimiye'ye vakıf olarak yaptırılan, caminin terasının altında yer alan arasta tüm yapıya bir bütünlük katmakta. Selimiye mucizesinden kendinizi alabildikten sonra Mimar Sinan Caddesi boyunca 10-15 dakika yürüyünce Muradiye Camisine ulaşıyoruz. Bir zamanlar şehirdeki Mevleviliğin merkezi olan bu yapı çok özel İznik çinileri ile donatılmış. Dışında Eski Cami gibi kuvvetli ve büyüleyici kaligrafiye sahip olan cami, mistik bir atmosfere sahip. Kentin görülmesi gereken yapıları arasında önemli bir yere sahip olan Muradiye Cami’sinden sonra Müslüman nüfusun gelmesinden önce var olan yapılara doğru ilerliyoruz. Özellikle Maarif Caddesi’nin sonunda yer alan Büyük Sinagog tüm Osmanlı şaheserleri arasında dikkat çekmeyi başarıyor. Seyahatimizin son durağı olarak Tunca Nehri kıyısında bulunan, Beyazıt Külliyesi ve Camisine ilerliyoruz. Geniş bir alana yapılmış olan yapı cami, tıp medresesi, imaret, sağlık yurdu, hamam, mutfak, erzak depoları ve diğer bölümleriyle küçüklü büyüklü yüze yakın kubbeyle örtülmüş. 2004 yılında Avrupa Müze ödülüne layık görülen tıp ve hastane müzesi, külliyenin bünyesinde bulunmakta ve en çok ziyaret edilen kısımlardan biri. O dönemde akıl hastaları Avrupa’da şeytanın etkisinde kabul edilip kazıklara geçirilip yakılırken, Beyazıt Külliyesi’nde benzer hastalar müzik ve sakinlik ile tedavi edilmiş. Dönüşte yolumuzun üstünde Eski Saray kalıntılarına iç çekerek bakıyoruz. Bir zamanlar kalitesi ve büyüklüğü ile Topkapı Sarayı’na eşdeğer olan 15. y.y. sarayı ne yazık ki artık birkaç yığıntı ve kalıntıdan ibaret. Ne yazık!