
Diyarbakir, 2011 ilkbaharinda yaptigimiz Güneydogu Anadolu gezimizin ilk duragiydi. Birlikte gittigimiz ekipte neredeyse hepimiz ilk kez ülkenin bu cografyasina ayak basiyorduk. Ön yargilarimizi da beraberimizde tasimistik bu topraklara. Gezi kapsamindaki diger sehirlerden ziyade Diyarbakir biraz daha ürkütücü geliyordu. Hele de gelmeden önce duydugumuz kapkaççilik ve hirsizlik hikayeleri de ön yargilara eklenince gergindik bile diyebilirim. Ama bizi karsilayan doga, insanlar ve medeniyet hepimizi bir adim öteye tasidi ve suna gönülden inaniyorum ki, hepimizin hayat görüsünü kapsamli bir sekilde degistirdi.
" />Diyarbakir, 2011 ilkbaharinda yaptigimiz Güneydogu Anadolu gezimizin ilk duragiydi. Birlikte gittigimiz ekipte neredeyse hepimiz ilk kez ülkenin bu cografyasina ayak basiyorduk. Ön yargilarimizi da beraberimizde tasimistik bu topraklara. Gezi kapsamindaki diger sehirlerden ziyade Diyarbakir biraz daha ürkütücü geliyordu. Hele de gelmeden önce duydugumuz kapkaççilik ve hirsizlik hikayeleri de ön yargilara eklenince gergindik bile diyebilirim. Ama bizi karsilayan doga, insanlar ve medeniyet hepimizi bir adim öteye tasidi ve suna gönülden inaniyorum ki, hepimizin hayat görüsünü kapsamli bir sekilde degistirdi.
Diyarbakir'in dizi dizi sitelerden ve TOKI evlerinden olusan modern bir bölümü var ama tabii ki sehre ilk kez gelenler için esas gizem ve çekicilik buram buram tarih kokan eski sehirde yatiyor.
Dört isimli ünlü köprüyle baslayalim Diyarbakir'i kesfe: Dicle Köprüsü, nam-i diger On Gözlü Köprü, nam-i diger Silvan Köprüsü, nam-i diger Mervani Köprüsü. Dünyada dört ayri ismi olan tek köprü olsa gerek diye düsündügüm bu tas köprü altinci yüzyildan kalmis ama tabii ki yillar boyunca özellikle savaslar ve kusatmalar esnasinda bolca yikilmis, bolca yeniden insa edilmis. Heybetli görüntüsüyle insani gerçekten etkileyen bir köprü burasi.
Hemen çaprazinda biraz tepede Semanoglu (Gazi) Köskü yer aliyor. Mustafa Kemal Atatürk'ün Çanakkale Savasi sonrasi 16. Kolordu Komutani olarak doguya atanmasi sonrasinda, 1916-1917 arasinda tam bir yil bu tipik Diyarbakir evinde konaklamasi sonrasinda Gazi Köskü diye anilmaya baslanan bu ev, bugün bir müze islevi görüyor. Yöreye özgü siyah taslardan yapilmis bu kösk, yüzyilin basindaki iç dekorasyonun ve mimarinin bir örnegini teskil etmesi nedeniyle turistlerin ilgisini çekiyor.
Diyarbakir'da mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir baska ev ise, ünlü sairimiz Cahit Sitki Taranci'nin dogdugu ve bugün onun adini tasiyan müze. Maalesef bizim Diyarbakir'da oldugumuz gün, evin içine girmek mümkün olmadi, sadece avlu açikti. Ama bizim oralarda dolastigimizi görüp yanimiza gelen Diyarbakirli çocuklarin bize ezberledikleri Cahit Sitki Taranci siirlerinden olusan dogaçlama gösteriyi bu rengarenk güllerle dolu avluda sunmalari sayesinde, müzenin içini görmemis olmak hiç de öyle olumsuz etki yaratmadi üzerimizde.
Diyarbakir'in dini mekanlari denince akla ilk gelen, Ulu Camii. 639 yilinda sehrin Müslümanlarin eline geçmesi sonucunda Martoma Kilisesi'nden dönüstürülen bu cami, Islam aleminin besinci Harem-i Serif'i olarak anilmanin yani sira, ünlü bilgin El Cezeri'nin yaptigi günes saatini içermesiyle de çok ünlü. Deprem ve yanginlar sonucu tarih boyunca epey degisiklik yasamis olan mimarisi, yine yöreye özgü siyah taslarla öne çikiyor.
Sehrin bir diger önemli camisi Behrampasa Camii ise ünlü Mimar Sinan'in imzasini tasiyor. Bazalt taslardan olusan bu orijinal eser hem Diyarbakir'in yerel mimarisini yansitmasi, hem çinileri, hem de günümüzden 500 yil öncesinden gelen modern tas teknigi ile Mimar Sinan'in nadide eserlerinden biri olarak addediliyor.
Halk arasinda "Dört Ayakli Minare" olarak adlandirilan Seyh Mutahhar Camii adini, türbesi üzerine yapilmasindan dolayi Seyh Mutahhar'dan aliyor. Kitabesinde, 1500 yilinda Akkoyunlu hükümdari Kasim Bey zamaninda yaptirildigi yazan bu cami, sütun üzerine oturan kare mimarisiyle Anadolu'daki tek örnek olma özelligini tasiyor. Diger camilere nazaran, etrafi en kalabalik caminin burasi olmasi da aslinda bir tesadüf degil: inanisa göre dilek tutup minarenin altindan yedi kere geçerseniz dileginiz tutarmis...
Diyarbakir'daki Hristiyan cemaatin dini mekani ise, Mor Petyun Kildani Katolik Kilisesi. Bu kilisenin cemaati Keldaniler, aslinda Süryanilerin dogu kolundan geliyorlar ancak 14. yüzyilda Katolik olmuslar ancak papaya bagli olarak sürdürdükleri dinlerini kendi inançlariyla birlestirerek devam ettirmisler. Günümüzde bu kilisenin cemaati sadece 10 aileden olusuyor ama kilise yine de yerli yerinde, her pazar ayinlere ev sahipligi yapiyor ve son derece bakimli. 4. yüzyildan kalan bu kilise de tipki sehirdeki diger tarihi binalar gibi, depremler, savaslar, yanginlar sonucu harap olmus, bugün gördügümüz yine bazalt taslardan olusan bina, 17. yüzyildan kalma.
Tabii Diyarbakir denince, hanlarini es geçmemek lazim: Hasan Pasa Hani ve Deliller Hani. Her ikisi de 16. yüzyildan kalan ve yöresel bazalt tas mimarisinin hakim oldugu bu hanlar, geçmiste Osmanli sultanlarini bile agirlamislar. Bugün ise, çok çesitli magazalarin, çayhanelerin, binbir çesit koku ve sesin harmanlandigi bas döndürücü bir egzotizmin merkezi olarak Diyarbakir'a gelenleri kendilerine miknatis gibi çekiyorlar.
Diyarbakir'i ve sehri çevreleyen bereketli tarlalarla çayirlari kus bakisi seyretmenin en güzel yolu ise Diyarbakir Kalesi'ne çikmaktan geçiyor. Çin Seddinden sonra dünyadaki en büyük sur olarak bilinen bu kalede oturup bir kahve içerek manzarayi seyretmek, hele de dolasmakla geçen günün ardindan yorgunlugu atmak için birebir...
Diyarbakir'da ne yenir derseniz, Dicle'den çikan sabot isimli balik, "et yemekten biktim, kebap kebap nereye kadar" diye sikayet edenlere güzel bir alternatif olusturuyor.
Sehrin spesyalitesi kaburga dolmasi için dogru adres ise, Kaburgaci Selim Amca... Her ne kadar agir bir yemek olsa da, Diyarbakir'a gelmisken, mutlaka tadilmasi gereken bir lezzet.
Sokaklarda el arabasinda satilan, halk arasinda fakir muzu olarak anilan otçul ise degisik bir sebze... Aslinda tatsiz tutsuz bir sey, çig yeniyor salatalik gibi... Kerametini biz bilemedik ama belli ki bilenler var, yoksa adim basi satilmazdi sokaklarda...
Diyarbakir'da nerede kalinir derseniz, biz sehrin merkezindeki Green Park Hotel'de kaldik. Dis cepheden modern, kisiliksiz bir bina görünümündeki bu otelin iç bölümündeki avlu olmasa, belki de otelden pek memnun kalmazdik. Evet, konforu, temizligi yerindeydi ama sehrin ruhundan çok uzak bir ilk izlenim birakti bize. Ama bahsettigim avlu, hem sehrin mimarisine hakim olan bazalt tas isçiligiyle, hem dekorasyonuyla bize otantik bir ortamda oldugumuzu iliklerimize kadar hissettirdi.
Sehirden ayrilirken, sokaklarindan son kez geçiyoruz. Bu sehrin sokaklarina aslinda hüzün hakim: imkansizliklar diz boyu, üstü basi dökülen ama güle oynaya kosusturan çocuklar, gözleri uzaklara dalmis bir kösede oturan insanlar, yikik dökük evler, perdesiz pencereler... dedigim gibi, gezdigimiz günlerin seçim öncesi barisina ragmen, bu sehrin en küçük kösesine bile insanin içini burkan bir hüzün hakim. Geride birakirken bu tarih dolu kenti, dilegimiz hüzün perdesinin kalkmasi ve birlik beraberlik içinde geçecek güzel günlerin ülkenin tüm sehirleri gibi Diyarbakir'in da ufkunda en kisa zamanda yükselmesi....